14 Eylül 2008 | 12:04:50

İslâm dininin beş temel esası arasında yer alan ibadetlerden biri de oruçtur. Oruç kelimesinin Kur’an-ı Kerim ve hadislerde geçen Arapça karşılığı “savm” ve “sıyam” şeklindedir. Arapça’da savm, “bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, engellemek” anlamında kullanılır. Bir fıkıh terimi olarak savm; imsak vaktinden yani tan yerinin ağarmasından başlayıp, güneşin battığı iftar vaktine kadar, bir amaç uğruna ve bilinçli olarak, yani oruç tutma niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak demektir.

Şafakla başlayan ve hemen hemen insanın eylem hâlinde olduğu tüm günü kendini tutarak, yani “imsak” hâlinde geçirmek, hayatı durdurmak değil, onun içindeki kirli ve çirkin boyutu durdurmaktır. Oruç; ağzı, hem yemeye içmeye hem de kötü ve yalan söz söylemeye karşı tutmak; gözü, beyni bulandıran ve kalbi arzulara yönlendiren görüntülere karşı tutmak; kulağı, haram kapsamına giren her türlü sese karşı tutmak; eli, kaba kuvvete ve çalmaya çırpmaya karşı tutmak; zihni, bütün çirkin düşüncelere karşı tutmaktır. Netice olarak bütün organlara oruç tutturmak demektir. Gerçekten organlarının tamamını oruca ortak edemeyen kimse, şeklen oruç tutmuşsa da, onun özünü yakalayamamış demektir. Hz. Peygamber’in, “Nice oruç tutanlar vardır ki, onların oruçtan payları sadece aç ve susuz kalmalarıdır.” (İbn Mâce, Sıyam, 21) hadisi de bu gerçeği vurgular.

Oruç, insanı sorumluluğunun bilincinde kılar, insan varoluşunun amacını sorgulamak, aramak ve bilmekle kendisine karşı olan sorumluluğunu yerine getirmiş olur. Kendisine karşı olan sorumluluğunun şuurunu kavrayan insan, diğer canlılara, eşyaya, tabiata, evrene ve nihayet yüce Yaratıcı’sına karşı olan sorumluluklarını hissedecek ve bunun gereklerini yerine getirecektir. Allah’a karşı sorumluluğun bilincine varmak, bir anlamda takvaya erişmektir. Kur’an-ı Kerim’de, “... Allah katında en değerli olanınız O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.” (Hucurât, 13) buyurulmuştur. Peygamberimiz (s.a.s.) bir duasında, “Allah’ım! Nefsime takvasını ver.” (Müslim, zikir, 73) diyerek Rabbine yakarmıştır. İşte oruç ibadeti de insanın Allah katında en değerli varlık olmasını sağlar.

Yeryüzünde yaratılmışlar arasında insan, Allah’ın en harikulâde eseridir. Çünkü onda zıtlar birleşmiştir. Bedenle ruh, madde ile mânâ iç içedir. İnsanın mutluluğu bu iki farklı unsurun dengede tutulmasına bağlıdır. Maddî yönümüz daha somut olduğu için, ruhî güçlerimizi gölgelemek ve ona baskın çıkmak eğilimindedir. Bu eğilim sürekli ve etkili olursa, insanın ruhunun olgunlaşması engellenmiş olur. O bakımdan bedenin ruha boyun eğmesi için, bedenin gücünü sınırlı tutmak, buna karşılık ruhunkini artırmak gerekir. Oruç, ruh ile beden mücadelesinde, akıl ve irade sahibi olan insanın, ağırlığını ruhtan yana koyması anlamına gelir. Zira insandaki iyi duygularla kötü duygular birbiriyle çarpışma hâlindedir. Beden güçlenip ruha hâkim olunca, süflî arzular ve kötü hisler galip duruma geçer. Ruh kuvvetlenip bedene hakim duruma geçince ise, yüce hisler ve iyi arzular galip duruma geçer, kişinin olgunluğunun belirtilerinden biri, hayvanî tabiatını aklına ve ruhuna boyun eğdirmesidir. Bu gayeye ulaşmada açlık, susuzluk, cinsel arzuları sınırlama; dilin, kalbin, zihnin ve öteki organların denetim altına alınması en etkili yoldur. Çünkü açlık ve cinsel arzu, insan hayatının mihverini teşkil eden temel içgüdülerdir.

Nefsin arzuları ve alışkanlıkları insan için öldürücü birer zehir olduğundan, onun dizginlerini elde tutmak zorunludur. Zira nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. (bk. Yûsuf, 53) Verdikçe büyüyen büyüdükçe isteyen bir özelliğe sahiptir. Nefsin isteklerini kontrol altında tutabilmenin en güzel yolu, onu aç ve susuz bırakmaktır. Oruç nefse vurulan bir gemdir. Bu nedenle Hz. Peygamber, maddî imkânları yeterli olmadığından, evlilik yoluyla cinsel arzularını meşru yoldan tatmin edemeyen gençlere oruç tutmalarını tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: “Ey gençler topluluğu! Sizden kimin gücü yetiyorsa evlensin. Çünkü evlilik gözü haramdan daha alıkoyucu ve namusu daha koruyucudur. Kimin de gücü yetmiyorsa, o da oruç tutsun. Çünkü oruç, onun cinsel arzusunu kırar.” (Müslim, Nikah, 1)

Oruç, irade ve sabır eğitimidir. Oruçlu kimse, sabahtan akşama kadar nefsinin arzularına set çekmekle, günah fırtınalarına direnmekte muhkem bir kale gibi irade ve tahammül gücü kazanır. Hayat, insan için rahat ve neşeli günlerin yanında, bazen de sıkıntı, zorluk ve belalarla doludur. Sabır, bir hedefe ulaşmanın ve başarının en önemli anahtarlarından birisidir. Orucun kattığı değerlerle sabretmeye alışan kişi, hayatının sıkıntılı dönemlerini oldukça kolay atlatır ve başarısının doruğuna ulaşır. Bu yüzden Hz. Peygamber, “Oruç sabrın yarısıdır.” (Tirmizi, Deavât, 87) buyurarak, insanın sabır eğitiminde orucun ne kadar önemli olduğunu belirtmiştir. Yine Peygamberimiz, oruçlu kimsenin çirkin, kötü ve kaba söz söylememesini, insanlarla tartışıp kavga etmemesini emrettikten sonra, karşı taraftan buna benzer saldırı ve hakaretler gelirse kendisini tutup, “ben oruçluyum” demesini tavsiye ederek (bk. Buhârî, Savm, 9) oruçla sabrın ne kadar özdeşleştiğini ortaya koymuştur.

Yaratılış gereği bir arada yaşamak durumunda olan insanın, düzenli ve düzgün bir hayat sürebilmesi için hem cinsleriyle uyum içerisinde olması şarttır. Toplumsal hayatta anlaşmazlıklara ve huzursuzluklara yol açan taşkınlıklar, büyük ölçüde insanın hayvanî yönünü tatmin eden maddî zevklere düşkünlükten kaynaklanır. Maddî zevk deyince de akla, yeme içme şeklinde mideye bağlı istekler ve cinsel ilişki gibi zevkler gelir. İşte oruç, insanı maddî zevk ve şehvetler peşinde koşturan, daima kötülükleri dayatan nefs-i emmâreyi teskin etmenin bir ilacı, aşırılıkları törpülemenin bir çaresidir.

Oruç tutan kimse, fakirin ve ihtiyaç sahiplerinin hâlini, kendisini başkasının yerine koyarak, yani empati yapmak suretiyle çok daha iyi kavramış olur. Ömrü boyunca en lezzetli ve en seçkin yemeklerle beslenen, hayatında hiç açlık ve susuzluk çekmeyen zengin, gün boyu yeme, içme, diğer isteklerinden uzak durarak bizzat tecrübeyle mahrumiyeti tadar. Yaşadığı bu tecrübe, onun fakir ve yoksula daha farklı bir gözle bakmasını temin edecek, sonuçta muhtaç olanlara yardım etme duyguları harekete geçecektir. Bu duygular kişinin muhtaçlarla yüreğini paylaşması demektir. O, orucunu, yüreğini paylaştığı gibi, ekmeğini ve sofrasını yetimlerle, yoksullarla, evsiz, işsiz ve aşsızlarla paylaşarak tutacaktır. Zengin bu davranışı sergileyince; fakirdeki zengine karşı olan haset ve husumet duyguları gidecek ve iki sınıf arasında bir kaynaşma, ısınma meydana gelecektir. (İslâm’a Giriş, (Ana konularıyla Yeni Yaklaşımlar) Komisyon, D.İ.B. Yayını, Ankara 2006, s. 284-290)

Netice olarak, Ramazan ayı ve beraberindeki oruç ibadeti günlük yaşayış düzenimizde önemli bir değişiklik getirir. Uyku, çalışma ve ibâdet zamanlarında ortaya çıkan bu değişiklik, bütün bir yıl boyu sürdürülen ve âdeta otomatikleşmiş olan hayatımızda yeni bir uyanış ve bilinçlenme için fırsat oluşturur. Alışkanlıkların yönlendirdiği rutin bir hayat üslubu, yerini bilincin aydınlığı ve iradenin kararlılığı ile sürdürülen yeni bir anlayışa bırakır. Böylece Ramazan ikliminde yeniden manevî bir doğuş, ruhsal arınma ve aydınlanma gerçekleşir. Kişiliğimiz güçlenir, ahlâkımız güzelleşir.



Kaynak : Not: Bu yazı, Diyanet Avrupa Dergi 2007 Eylül sayısında yayınlanmıştır

Şükrü Özbuğday
Konya İl Müftüsü



🖋 Yazar :WebMaster
Site Yöneticisi

17 Eylül 2008 | 19:42:46



🖋 Yazar :microsoft
Mesaj: 1+



Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group