⏳ 14 Eylül 2008 | 19:06:35
|
Bilindiği üzere İslâm dini insanların dünyevî ve uhrevî huzur ve mutluluğunu hedeflemektedir. Ne var ki bu hedefe ulaşmak o kadar kolay değildir. Bu yüzden yüce yaratıcı insanları bu hedefinden uzaklaştıracak, alıkoyacak veya geri bırakacak iç ve dış düşmanlarına karşı mücadelede başarının yolunu kulluk bilincinin canlı tutulmasına bağlamıştır. Bu bilincin canlı tutulması için zaman zaman peygamberler göndermiş ve bu peygamberler de Allah’tan aldıkları ilâhî bilgileri insanlara tebliğ etmişlerdir. Tebliğ edilen bu bilgiler içinde çeşitli ibadetler de önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü ibadetler hem kul ile Allah arasındaki manevî bağı canlı tutmakta, hem de insanların bireysel ve toplumsal ilişkilerinde önemli fonksiyonlar icra etmektedir. Bu nedenle kulluk bilincinin kaybedildiği bir dönemde, milâdî 610 yılının ramazan ayında, insanları uyarmak üzere Hz. Muhammed (s.a.s.) son peygamber olarak görevlendirildi. Kâinatın efendisi ve onun şahsında bütün insanlık ilk defa bu ayda insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan ve insanlar için şifa, nur ve hidayet kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’le buluşmuştur. Yine bu ayda müminlere oruç tutmanın emredilmesi bu aya ayrı bir değer katmıştır. Peygamberimiz hayatta iken ramazan ayına büyük bir önem vermiş ve bu ayda ibadetlere daha fazla yoğunlaşarak müminlere örnek olmuştur.
Şüphesiz ramazan ayının bireysel, toplusal ve kültürel hayatımızda ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu ay gelince, hatta gelmeden günler evvel ayrı bir heyecan yaşarız. Gönüllerimiz kıpır kıpır olur, herkes tatlı bir koşuşturmacanın içinde buluverir kendini. Bu durum bazen namazlar ve teravihler için, bazen okunan mukabeleler için, bazen de iftar sofraları ve davetler için söz konusudur. Bu yönüyle ramazan, müminlerin davet edildiği ve her yıl bir ay devam eden bir ruh şöleni gibidir. Bu ayda Kur’an sofrası kurulur, rahmet, mağfiret ve pek çok lutuf ve ihsan müminlerin gönüllerinde bir bahar ikliminin oluşmasına vesile olur.
Manevî bir yöneliş, ruhanî bir diriliş, rahmanî bir duruş ve bakış bu ayın müminlere özel bir ikramıdır. Bekleyenler için gün doğmuştur artık. Rahmet, mağfiret günleri… Uzun süren bir kuraklıktan sonra dudakları çatlamış toprağından ötürü ellerini göğe kaldırmış çiftçi için birden boşanan yağmur neyse, biz Müslümanlar için gelen Ramazan da odur.
Ramazan birey hayatını yeniden inşa eder
Ramazan, bireye nefsanî arzularını ve ihtiyaçlarını kontrol altına almayı öğreten bir okuldur. Ramazan bireyi değiştirir, dönüştürür ve âdeta yeniden inşa eder. Günah kirleriyle kalbi kararan ve şeytanın oyuncağı olmaya yüz tutmuş insanı kolundan tutup çeker ve ona kaybettiği istikametini yeniden gösterir. Kendine getirir ve yaratılış gayesini hatırlatır. Kendine gelen ve kendini bilen insan Rabbini bilir. Rabbini bilen ise hayatı çok farklı anlamlandırır ve kâinatı çok farklı görür. Onun için artık küçük hesaplar peşinde koşmak yoktur. O ulvî gayeler ve yüksek değerler peşinde koşar. Hayat ona ahireti kazanma yolunda verilmiş en değerli sermaye, kâinat ise Allah’ın varlığını birliğini, kudretini, ihsanını, merhametini ve pek çok ilâhî sıfatını dillendiren en önemli delildir.
Ramazan, bireye Kur’an perspektifinden hayata bakmayı öğretir. Kur’an’ın değerleri diğer aylara nazaran bu ayda daha çok mümin bireyin gönlünde yer bulur. Çünkü bu ay zaten Kur’an’ın insanlıkla buluştuğu aydır ve ramazan, değerini de bu kutlu buluşmadan almaktadır. Kur’an buna şöyle işaret eder: “Ramazan ayı ki; insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an onda indirildi.” (Bakara, 185) Ramazana kucak açan birey kendisiyle barışır. Kendisiyle barışan Rabbiyle barışır ve kâinattaki bütün varlıklarla barışık olur. Bu olumlu ruh haline sahip olmak demek hayatı dolu dolu ve mutlu olarak yaşamak demektir. Ramazan birey için umuda açılan kapıdır. İyiliklere ve güzelliklere yürüyüştür.
Allah için kulu çok önemlidir, çok değerlidir. Bu nedenledir ki O, günah, hata ve kusurlarıyla kulunu başbaşa bırakmak istemez. Ona yardım etmek onu içine düştüğü günah bataklığından çekip çıkarmak ister. Bu bakımdan ramazan ayı kulun ayağındaki günah prangalarından kurtularak, iyi bir kul ve topluma faydalı bir birey olma yolunda çok önemli bir fırsattır. İmsaktan akşama kadar yemekten içmekten ve cinsel münasebetten uzak duran kişi, sabırlı olma ve sıkıntıya katlanma konusunda güç ve güven kazanacaktır. İradesini kuvvetlendirecektir. Bu da bireyin hayatta başarılı olmasını sağlayacaktır. Bununla birlikte tutulan orucun bireyin vücut sağlığı açısından önemi bilinen bir gerçektir. Peygamberimiz (s.a.s.) bu durumu “Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz.” (Keşfü’l-Hafa, II, 33) veciz ifadeleri ile dile getirmişlerdir.
Ramazan ve toplumsal hayat
Toplumsal hayatta huzuru yakalamak, bireysel hayattaki kadar önemlidir. Bunun için de toplumsal hayatta huzuru ve mutluluğu etkileyen faktörlerin iyi tespit edilip gereğinin yerine getirilmesi gerekir. Daha önce gelmiş olan bütün vahiy orjinli dinlerde olduğu gibi İslâm dininin de toplumu ıslah projesi vardır. Bu proje Kur’an-ı Kerim’de ve peygamberimizin ortaya koyduğu örnek hayatta detaylandırılmıştır. Bu alanlarda ortaya konulan ilâhî öğretiler insan hayatıyla ilgili pek çok konuya ışık tutmakla ve özellikle toplumda birlik ve beraberlik ile sosyal barışı sağlamayı hedeflemektedir. Ramazan ayı bu hedefin gerçekleşmesi açısından özel bir önem arz etmektedir. Çünkü ramazan ayı ibadeti yoğun bir aydır ve orucu, teravih namazı, zekâtı ve fıtır sadakasıyla birey ve toplum üzerinde farklı bir atmosfer oluşturmaktadır. Bu olumlu atmosfer sayesinde insanlar arasında sevgi ve barış filizleri yeşermektedir. Çünkü bu ayda tutulan oruç, insanları ruhen melekleştirmekte ve kavga, kötü söz, münakaşa gibi toplumsal barışı bozan davranışlara izin vermemektedir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz; (s.a.s.), “Oruç bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu bir günde kötü söz söylemesin, kavga etmesin. O’na birisi sataşır veya küfrederse, ‘Ben oruçluyum’ desin...” (Buhari , Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 29,30; Tirmizi, İman, 8) buyurarak ramazanda barış ve kardeşliği bozacak davranışlardan uzak durulması hususuna dikkat çekmiştir. Ayrıca bu ayda insanlar üstün ahlâkî değerlere yönelirler, yanlışlarını terkeder ve zararlı alışkanlıklardan vazgeçerler. Peygamber Efendimiz’in; “Oruçlu kimse, yalan sözü ve yalanla amel etmeyi terketmezse, Allah’ın, onun yemesini içmesini terketmesine ihtiyacı yoktur.” (Buhâri, Savm, 8) ifadesi oruç yoluyla bireyi yalan vb. bütün kötülüklerden arındırarak toplumsal hayatta huzur ve emniyet ortamını sağlamaya yöneliktir. Ramazan ayında suç oranlarının diğer aylara nazaran çok daha aşağı seviyelere düşmesi de ramazanın toplum hayatına getirdiği rahmet ikliminin bir tezahürüdür.
Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (s.a.s.): “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, İman, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56) buyurarak imanı toplumsal barışın temel taşı yapmıştır. Ramazan ayı toplumsal barışı gerçekleştirecek pek çok değeri bünyesinde barındırmaktadır. Bu ayda verilen zekât ve sadakalar zengin ve fakir arasındaki uçurumu sevgi köprüsüne çevirmektedir. Kurulan iftar sofraları tanıdık tanımadık pek çok insanı bir araya getirerek ayrı bir heyecan yaşatmaktadır. Tutulan oruçlar, bireyi arındırmasının yanında, açlığın ve fakirliğin ne demek olduğunu bizzat tecrübe ederek öğretmektedir ki, fakirin ve yoksulun hali iyi biline. Sevgi, kuru bir laftan ibaret değildir. İmani sevgi, vermek demektir. Paylaşmak demektir. Bir olmak, diri olmak, iri olmak demektir. İşte ramazan topluma bunu öğretiyor, bireye bunu öğretiyor. Barışı, kardeşliği, sevgiyi, ve paylaşmayı öğretiyor. İnsanî değerlerin alt-üst edildiği, insanî ilişkilerin menfaate, maddeye ve beklentilere dayalı olarak yürütüldüğü günümüz dünyasında ramazanın sevgi, kardeşlik ve yardımlaşma boyutunu hayata geçirmeye ne kadar çok ihtiyacımız var. İnsanlarla olan ilişkilerimizden doğan görev ve sorumluluklarımızı ilâhî ölçüleri gözeterek yerine getirmek, herkese adaletle davranmak, kimseyi aldatmamak, komşusu açken tok olarak yatmamak, yalancılık ve dolandırıcılık yapmamak, kimseye iftira etmemek gibi dinimizin Allah’a imanla irtibatlandırdığı ahlâkî davranışlarımıza çok dikkat etmemiz gerekiyor. Bunlar ramazanın rahmet ikliminden istifade etmenin göstergeleridir.
Ramazan ve çocuk
Büyükler için de ramazan ayı önemlidir fakat çocuklar açısında onun yeri bambaşkadır. Çocuklar ramazanın gelişini hasretle bekler. İftarı, sahuru, teravih namazları, camide hep birlikte söylenilen salât ü selâmlar çocuğun ruh dünyasında çok farklı akseder. Ramazanın gelişiyle evde bir değişim başlamıştır. Çocuk bu değişime katılmaya çalışır. Sahura kalkar. Büyükleri “uyu” dese de, o dinlemez sahurda uyanır. İftar vaktini sabırla bekler. Bazen olan biteni anlamlandıramaz iftardan önce sorar etrafındakilere: Anne niçin yemeğe başlamıyoruz? Annesi izah etmekte güçlük çeker. Yaşı biraz büyümüşse ara sıra oruç tutmaya başlar. Bu onun için çok önemlidir. İlk defa büyüklerin yapabildiği bir şeyi başarmaktadır. Acıkmıştır, susamıştır, zorlanmıştır ama bütün bunlara rağmen görevi başarıyla tamamlamıştır. İftarda yenilen taze pidenin kokusunu ve annesinin yaptığı güzel yemeklerin tadını hayatı boyunca unutamayacaktır.
Pek çok çocuk ramazan ayı sayesinde belki de ilk defa kutsalla tanışır. Aşkın bir yaratıcının varlığına inanmaya başlar. İyi ve kötünün, sevap ve günahın, doğru ve yanlışın birbirinden farklı şeyler olduğunu öğrenmeye başlar.
Ramazan ve kültürel hayat
Ramazan geçmişten günümüze bütün İslâm toplumlarında kültürel hayata ayrı bir zenginlik katmıştır. Ülkeden ülkeye, şehirden şehre değişen ve farklılıklar arz eden ramazan kültürünün pek çok alanı etkilediği görülmektedir. Osmanlı döneminde ramazanın, edebiyat, sanat, günlük hayat, mutfak, eğlence hayatını etkilediği ve bu alanlara damgasını vurduğu bilinmektedir. Osmanlı ramazan kültürü bütün boyutlarıyla alındığında ancak kitaplara sığacak hacimdedir. Ramazan’a mahsus ekmekler, başta güllâç olmak üzere tatlılar, iftar sofrasını süsleyen iftariyeler, büyüklerin konaklarında verilen diş kiralı ziyafetler dillere destandır. Minarelerde mahyalar kurulur, kandiller yakılır, hatta uçurulurdu. Daha ziyade gece bekçileri davul çalarak ve mâni söyleyerek halkı sahura uyandırırlardı.
“Yeni Cami direk ister,
Söylemeye yürek ister,
Benim karnım toktur amma;
Arkadaşım börek ister.”
Kabilinden zarif mâniler defterler dolduracak kadar zengindir. Belli bir zamandan itibaren iftar ve imsak topları da meşhur olmuştur. İstanbul birçok şeyin olduğu gibi en zengin ramazan kültürünün de merkezi idi. Burada yapılan belli camilerin avlularında sergiler ve Direklerarası gezintileri hâlâ anlatılır. Sergilerde, çeşitli ülkelerden getirilmiş baharat, şeker, şekerleme, tespih, ağızlık gibi şeyler sergilenir ve satılırdı. Şehzadebaşındaki Direklerarasında, ikindi ile akşam arasında, çoğu yaya bazıları arabalı genç kadın ve erkekler bir aşağı bir yukarı gezinti yaparlardı. Akşam ezanından önce Ayasofya ve Eyüp camilerine gelenler burada, türbedarların verdikleri su ile iftar ederler, akşam namazını kıldıktan sonra çevredeki aşçı dükkânlarından birine giderek yemek yerlerdi. (Karaman, Hayrettin, Ramazan Özel Yazıları, 4)
Artık günümüzde de ülkemizin bütün şehirlerinde ramazan ayı kültürel hayatı canlandırmaya başlamıştır. Bu çok sevindirici bir durumdur. Özellikle büyük şehirlerde kurulan iftar çadırları ve bu çadırlarda iftardan önce ve sonra gerçekleştirilen çeşitli etkinlikler modern hayatın içinde sıkışıp kalmış olan günümüz insanını çevresiyle kaynaştırmakta ve sosyalleştirmektedir. Televizyon ve radyolar tarafından yapılan iftar ve sahur programları pek çok insanın ramazan hayatına ayrı bir renk vermektedir. Ülkemizin güzide hocaları dinî konularda bilgiler vermekte, Kur’an okumakta, ilâhi ve kasideler söylemektedir. Bütün bunlar önemsenmelidir. Ramazan ayı kültürel atmosferiyle toplumumuzun birlik ve beraberliğine önemli katkılar sağlamaktadır.
Bu ay vesilesiyle çeşitli il ve ilçelerimizde kitap fuarları açılmaktadır. Bilindiği üzere ramazan ayında indirilmeye başlanan Kur’an’ın ilk hitabı “Oku”dur. Bu fuarlar vasıtasıyla insanlar çeşitli kitapları görme, tanıma, alma ve okuma imkânına kavuşmaktadırlar. Yapılan konferans ve paneller de ayrı bir boşluğu doldurmaktadır.
Sonuç olarak ramazan ayı; ruhlarımızın kötülüklerden arınması, toplumumuzda birlik ve beraberliğimizin sağlanması, kültürel etkinliklerin artması gibi bireysel ve toplumsal hayatımıza ait pek çok güzelliği bünyesinde barındırmaktadır. Bu ayı en güzel şekilde değerlendirmek ve maddî-manevî istifade etmek hepimiz için mutluluk vesilesidir.
Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi 2007 Eylül sayısında yayınlanmıştır.
Yunus Akkaya
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
|