• Ana Sayfa » Forumlar » Biyografi » İmâm-ı Birgivi Kimdir
  • 14 Şubat 2022 | 09:37:51

    Osmanlı âlimlerinin meşhûrlarından, büyük velî. İsmi Muhammed, babasınınki Ali'dir. Lakabı Zeynüddîn'dir. 1521 (H.929) senesinde Balıkesir'de doğdu. 1573 (H.981)de Birgi'de vefât etti. Kabri, İzmir'in Birgi kasabasında bir tepe üzerindedir. İlimdeki yüksek derecesinden dolayı İmâm-ı Birgivî ismiyle meşhûr olup, Türk âlimlerinin baş tâcıdır. Hanefî mezhebinden olup, asrının en meşhûr âlimlerinden idi.

    İmâm-ı Birgivî'nin babası âlim bir zât olup, müderris idi. Önce babasından ilim öğrendi. Babasının derslerinde yetişip, akranlarını geçti. Sonra yüksek ilimleri öğrenmek üzere İstanbul'a gitti. İstanbul'da bulunan meşhûr Semâniyye Medresesi müderrislerinden Ahîzâde Mehmed Efendiden, sonra da Kâdıasker Abdürrahmân Efendiden ders aldı. Büyük bir şevk ve gayretle ilim öğrenip, Semâniyye Medresesinden mezun oldu. Parlak bir başarı ile icâzet imtihânını vererek, müderrislik rütbesini kazandı. Bundan sonra bir müddet İstanbul medreselerinde müderrislik yaptı. Bu vazîfesi sırasında Bayrâmiyye tarîkatının şeyhlerinden olan Abdürrahmân Karamânî'ye talebe olup, onun sohbetlerinde bulunarak tasavvufta yetişti. Daha sonra hocalarından Abdürrahmân Efendinin vâsıtasıyla Edirne'de Kassâm-ı Askerî (Mîrâs taksîm eden kâdılık) vazîfesi yaptı. Bir müddet sonra bu işten de ayrıldı. Sonra uzlete çekilmek yâni dünyâ işlerini tamâmen bırakmak istemişse de, tasavvufta hocası Abdürrahmân Karamânî'nin ısrârı üzerine ders ve vâz vermeye devâm etti. İkinci Selîm Hanın hocası Atâullah Efendi, Birgivî'nin ilimdeki kudretini takdir ederek kendisini, Birgi'de yaptırdığı medresenin müderrisliğine tâyin etti. Bundan sonra orada, talebe yetiştirmek, vaz vermek ve kitap yazmakla ömrünü geçirip, büyük hizmetler yaptı. Yaşadığı bu yere nisbetle "Birgivî" adıyla meşhûr oldu.

    Haramlardan sakınmanın önemini ve dünyânın fânîliğini çok iyi anladığından, dînin emirlerini aslâ tâviz vermeden açıklardı. Zamânın âlimleriyle, yazılı ve sözlü pek çok münâzaralara girerdi. Hak bildiğini, ilmî delilleri ile söylemekten hiç çekinmezdi. Birgi'den İstanbul'a gelerek, Sadrâzam Mehmed Paşaya nasîhatte bulunmuştur.

    İmâm-ı Birgivî hazretleri duâ ederken; "Ey yardımcıların en iyisi! Ey ümitsizlerin sığınağı! Yâ Erhamerrâhimîn! Ey günâhları örten merhâmeti bol Allah'ım! Habîbin, sevgili Peygamberin hürmeti için ve bütün peygamberlerin, meleklerin, peygamberinin Eshâbının ve Tâbiînin hürmetleri için, günâhı çok olan bizlere acı! Suçlarımızı affeyle!" derdi.

    Buyururdu ki:

    Mal büyük bir nîmettir. Malı isrâf, Allahü teâlânın nîmetini hakîr görmek, nîmete kıymet vermemek, nîmeti elden kaçırmak, kısaca küfrân-ı nîmet etmek, yâni şükür etmemek olur. Bu ise, nîmeti verenin düşman muâmelesi yapmasına, azarlamasına ve azâb etmesine sebeb olacak büyük bir suçtur. Nîmetin kıymeti bilinmeyince, hakkı gözetilmeyince elden gider. Şükür edilince ve hakkı gözetilince elde kalır ve artar. Cenâb-ı Hak, İbrâhim sûresi, yedinci âyetinde meâlen; "Şükr ederseniz, verdiğim nîmetleri elbette arttırırım." buyuruyor.

    İsrâf çok kötü bir huydur. Çirkinliği meydandadır. Kalbi, durmayıp karartan, kemiren, tehlikeli bir hastalıktır. Tedâvisi pek güçtür. Bu sıfat kalbi kaplamadan önce, gidermek ve bu felâketten kurtulmak için bütün ilâçlarına baş vurup uğraşmalıdır. Kurtarması için, cenâb-ı Hakka yalvarmalı, duâ etmelidir. Allahü teâlâ, çalışana, her güçlüğü kolaylaştırır. O, sığınılacak, güvenilecek, biricik yardımcı ve kurtarıcıdır.

    Kaynaklar: Evliyalar Ansiklopedisi

    1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye (Atâî); s.179
    2) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.9, s.123
    3) Kâmûs-ul-A'lâm; c.2, s.1284
    4) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.255
    5) Tarîkat-ı Muhammediyye
    6) Vasiyetnâme (Birgivî); s.46
    7) İkd-ül-Manzûm; c.2, s.276
    8) Eshâb-ı Kirâm; (6. Baskı), s.317
    9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (44. Baskı), s.1044
    10) Rehber Ansiklopedisi; c.2, s.374
    11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.321



    Yazar :Sevdali1
    Mesaj: 1000+



    Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group