⏳ 6 Mart 2024 | 22:25:48
|
ilk zekat ne zaman başladı ? Zekatın Tarihçesi
Sözlükte "artma, çoğalma, temizlik, bereket, iyi hal ve övgü" anlamlarına gelen zekât, dinî bir terim olarak, belirli bir malın bir kısmının Allah rızası için muayyen kişilere verilmesi demektir.
Zekât, İslâm'ın beş temel esasından biri olup, hicretin ikinci yılında Medine'de farz kılınmıştır.
Soru : ilk zekat ne zaman başladı . Cevap : Zekât hicretin 2. yılında ramazan orucundan sonra farz kılınmıştır.
Soru : Zekatın Tarihçesi , Cevap :
Çok eski cemiyet ve medeniyetlerden beri-, fakirler ve fakirlik problemi var olmuş, hemen bütün dinler bu mesele üzerinde durmuş, varlıklı kimseleri fakirlere yardıma çağırmış ve bunu teşvik etmişlerdir. İslâm’dan Önceki dinlerde zekât yavaş yavaş gelişmiş ve mükemmeliyetine İslâm dininde erişmiştir. [130] Ancak, bütün bu dinlerin nasları, teşvikten öteye geçmemiş, yardımın mükelleflerini ve miktarını sınırlamamış, yapmayanlar için müeyyide getirmemiş, daha da önemlisi fakirlik problemini ortadan kaldırmayı değil, yalnızca ihtiyaçları azaltmayı ve acıları hafifletmeyi hedef almıştır.
İslâm dini; Namaz , Oruç Nedir ve hacda yapmış olduğu ıslahat vazifesini, zekât ve ahkâmında da yapmıştır. Zekât, tahrife uğramış dinlerde ve geçmiş ümmetlerde olduğu gibi, her türlü tahrif ve bozulmadan uzak, aynı zamanda fert ve toplum menfaatlerini garanti altına almış olarak konulmuştur.
İslâmiyet’in yaptığı ıslahatlardan biri, din ve aile spekülasyonunu kaldırmasıdır. Böylece soy, sınıf istismarcılığı kalkmış, zekât karşısında herkes eşit tutulmuştur.
Yapılan ıslahatlardan biri de, Yahudiliği temsil eden bilginlerin şart koşmuş olduğu, zekâtı veren ile alan arasındaki aracılığın kaldırılmasıdır. Daha evvel farz olan zekât, hahamların, beyt-i makdis hizmetçilerinin elinden geçtiği takdirde düşerdi. Bu durum ise, bu zümrede aşırı mal sevgisi meydana getirdi, suistimal yaptılar ve zekat almaya lâyık olan fakirleri haklarından mahrum ettiler. [131]
Yapılan ıslahatlardan bir diğeri, Yahudilikte, zekât mallarının bir kısmı bir takım şartlara bağlı idi. Alan kimse, mutlak tasarruf hakkına sahip değildi. Meselâ Beyt-i Makdis’i ziyarete gelenlere ayrılmış olduğu halde, onların yalnız yiyecek içeceklerine harcanabilirdi. Halbuki İslâm, zekâtı, hakkı olarak fakirlerin malı saydı ve onlara her türlü ihtiyaçlarına harcamak üzere tasarruf hakkını verdi.
İslâm’da daha Mekke devrinde Kur’ân, fakirlik meselesine eğilmiş, yoksulları doyurmayı, gözetmeyi, onlara giyecek ve mesken teminini teşvik etmiş, ilgilenmeyenleri uhrevî ceza ile tehdit etmiştir. [132] Bu yardım, bir lütuf ve bir serbest bağış gibi telakki edilmemiş, malı olmayanın (sail, mahrum, yolda kalmış…) mal sahibi üzerinde bir hakkı olarak ilan edilmiş, [133] ziraatçilere hasat zamanı mahsulün hakkını vermeleri emredilmiştir. [134] Yine Mekke devrinde, zekâtı ihtiva eden âyetler, emir kipli değil, haber kipindedir; müslümanlara zekât vermeyi emretmek yerine, “onlar zekâtı verirler” şeklinde ifadeler kullanılmış, zekât vermenin mü’minlerin tabiî vasıfları olduğuna işaret edilmiştir. [135] Bu âyetlere Mekke devrinde zekâtın farz kılındığını göstermektedir; ancak bu zekât, Medine devrindeki gibi müesseseleşmiş değildir; miktarı mü’minlerin irade ve duygularına bırakılmıştır. Çoğunluk, zekâtın hicretten sonra farz kılındığım kabul ederken, İbn Huzeyme ve onun görüşüne katılan Salih Tuğ’a göre [136] zekât, hicretten önce farz kılınmıştır. Bu sebeple bazı yazarlar, Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden sonra buradaki Yahudilerle muhtelif sahalarda sıkı münasebete girişmesi neticesi zekât müessesesini tanıdığını ileri sürerlerse de, bu âyetler daha hicretten önce peygamber’in vahiy yoluyla bilgi edindiğini açıkça göstermektedir. [137]
Medine devrinde, artık müslümanların bir yurdu, devlet ve iktidarları vardır. Zekât vecibesi de, bu yeni statüye uygun hale gelmiştir; âyet ve hadislerle kesin olarak emredilmiş, [138] hangi malların ne miktarında ne kadar ve kimlere verileceği, kimler tarafı n lan toplanıp dağıtılacağı hakkında geniş bilgiler verilmiştir. Sınırları belli ve cebrî olan zekâtın Medine devrinde, yani hicretten sonra hangi yılda farz kılındığı kesin olarak belli değildir. İbnu’l-Esir [139] hicretin dokuzuncu yılında, Nevevî [140] hicretin ikinci yılında Ramazan orucundan önce farz kılınmıştır, demektedirler. Ancak, İbn Hacer’in sahih olduğunu ifade ettiği Kays b. Sa’d hadisi, zekâtın, fıtır sadakasından ve dolayısıyla, Ramazan orucundan sonra farz kılındığını açıkça ifade ettiğine göre, bunu kabul etmek gerekiyor. Hicrî beşinci yılda Rasulullah ile görüştüğü bilinen Dımam b. Sa’lebe’nin hadisinde, keza Ebu Sufyan’ın yedinci yılda Herakliyüs ile görüşmesinde zekâtın söz konusu edilmesine göre, dokuzuncu yıl görüşü de mesnedsiz kalmaktadır. Dokuzuncu yılda meydana gelen, zekât tahsildarlarının gönderilmesi olayıdır. Kesin bir yıl göstermeden hicrî ikinci ile beşinci yıl arasında demek en uygunu olsa gerektir. [141]
Kaynaklar :
[130] Gerek Kur’ân’da (Bakara: 2/43; Nisa: 4/77, 162; el-Maide: 5/12; Meryem: 19/13;Beyine: 98/5) ve gerekse Tevrat ve İncil’de, geçmiş semavî dinlerde zekatıteşvikeden nasların iyi bir özeti için bkz. Kardavî, FZ, c. I, s. 47-52; Sibaî M., İslam Sosyalizmi (İstanbul 1976), s. 59-90; Nedvî, Dört Rükün, s. 151-160. İnsanların fakirlik karşısındaki tutumları için bkz. Kardavi, Fakirlik Problemi, s. 11-23.
[131] Tevbe: 9/34.
[132] Müddessir: 74/38-46; Kalem: 68/19-33; Hakka: 69/25-34; Fecr: 89/17-18; Maun: 107/1-7.
[133] Zariyat: 51/19-20; Me’aric: 70/19/25; İsrâ: 17/26; Rum. 39/38.
[134] En’am: 6/141.
[135] Rum: 30/38, 39; Neml: 27/1-3; Lokman: 31/4; Mü’minun: 23/4; A’raf: 7/156-157; Fassilet: 41/6-7.
[136] Bkz. Tuğ, İslâm Vergi Hukuku, s. 16-23.
[137] Ebu Ubeyd, Emval, Hadis no: 921-922; Karaman, İslâm’ın Işığında GününMeseleleri, c. II, s. 63-64; Kardavî, FZ, c. I, s. 39 vd.
[138] Bakara: 2/110; Tevbe: 9/5-103.
[139] İbnu’l-Esir, el-Kamil fi’t-Tarih (Beyrut 1965), c. II, s. 291’den Karaman, age, c.U, s. 66; İbnu’l-Hacer, Fethu’l-Barî (Kahire 1959), c. IV, s. 9’dan Karaman, age,c II, s. 66.
[140] İbnu’l-Hacer, Fethu’l-Barî , (Kahire 1959), c. IV, s. 9’dan Karaman, age, c. II, s. 66.
[141] Karaman, age, c. II, s. 66-67; Kardavi, FZ, c. II, s. 70.
|