Peygamberler »  Hz. Muhammed (S.A.V.) Siyer ( Cahiliye dönemi özellikleri ve adetleri )

cahiliyedonemi.jpg (361×150)

Bilgisizlik, gerçeği tanımama. İslâm, tam bir

aydınlık ve bilgi devri olduğu için, Arabistan'da İslâmiyet'in yayılmasından

önceki devre, daha dar anlamı ile Hz. İsa'dan sonra peygamberimizin gelmesine

kadar geçen zamana "cahiliyye" devri adı verilmiştir.





Cahiliyye, insanın Allah'ı gereği gibi

tanımaması, ona kulluk etmekten uzaklaşması, onun ilâhî hükümlerine değil de

kişinin kendi hevâ ve hevesine uyması, insanların koyduğu emir ve yasaklara,

siyasî sistem ve düşüncelere inanmasıdır. Kur'an-ı Kerîm'de: "Onlar hâlâ

Cahiliyye devri hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği bilen bir millet için Allah'dan

daha iyi hüküm veren kim var?" (el-Mâide, 5/50) buyurulur. İslâm'ın hakim

olmadığı ortamlar Cahiliyye çağlarıdır. Çünkü ilâhî bilginin kaynağından yoksun

olan ortamlardır. İslâm'ın gelişinden önceki dönemde yaşayan müşrikler Allah'a

isyan etmiş onun hükümlerine sırt çevirmiş bir toplum olarak son derece ilkel ve

cahil hayat sürüyorlardı. Cahiliyye Arapları'nın sürdüğü hayattan ve içinde

yaşadıkları ortamdan bazı örnekleri şöyle sıralamak mümkündür:







Putlara Taparlardi







Cahiliyye insanları Allah'ın varlığını

kabul etmekle beraber putlara taparlardı. Onlar putlarının Allah katında

kendilerine şefaatçı olacaklarına inanırlar ve: Biz onlara ancak bizi daha çok

Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" (ez-Zümer, 39/3) derlerdi.





Icki Icerlerdi







Şarap içmek adeti çok yaygındı. Şairleri

her zaman içki ziyafetinden bahseder, içki şiirleri edebiyatlarının büyük bir

kısmını teşkil ederdi. Hatta Enes b. Mâlik (r.a.)'in bildirdiğine göre İslâm'da

içki, Mâide Suresi'nin doksan ve doksanbirinci ayetleriyle kesin olarak haram

kılınmış, Hz. Peygamber (s.a.s) tellal bağırttırarak bunu ilân ettiğinde Medine

sokaklarında sel gibi içki akmıştır (Müslim, Eşribe, 3).







Kumar Oynarlardi







Cahiliyye çağında kumar da çok yaygındı.

Cahiliyye Arapları kumar oynamakla övünürlerdi. Öyle ki kumar meclislerine

katılmamak ayıp sayılırdı. Onların şairlerinden biri karısına şöyle vasiyette

bulunur:





"Ben ölürsem, sen, aciz ve konuşma

bilmeyen, iki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme."







Tefecilik Yaparlardi







Tefecilik almış yürümüştü. Para ve benzeri

şeyleri birbirlerine borç verirler; kat kat faiz alırlardı. Borç veren kimse,

borcun vadesi bitince borçluya gelir: "Borcunu ödeyecek misin, yoksa onu

artırayım mı?" derdi. Onun da ödeme imkânı varsa öder, yoksa ikinci sene için

iki katına, üçüncü sene için dört katına çıkarır ve artırma işlemi böylece kat

kat devam ederdi. Tefecilik ve faizin her çeşidini haram kılan Allah, özellikle

Araplar'ın bu kötü âdetlerine dikkati çekerek "-Ey iman edenler! Kat kat faiz

yemeyin." (Âli İmrân,3/130) buyurmuştur.







Faiz Oranlari Cok Büyüktü







Faizcilik Araplar arasında o kadar

yerleşmişti ki ticaretle onun arasını ayıramıyorlar; "Faiz de tıpkı alış-veriş

gibi" diyorlardı. Bunun üzerine inen ayette: "Allah alış-verişi helâl, faizi ise

haram kılmıştır. " (el-Bakarâ, 2/275) buyrulmuştur.







Fuhus Cok Büyük Orandaydi







Cahiliyye Araplar'ı arasında fuhuş da nadir

şeylerden değildi. Cariyelerini zorla fuhuşa sürükleyenler vardı. Kur'an-ı

Kerîm'de bu hususa işaretle: "İffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa

zorlamayın. " (en-Nûr, 24/33) buyurulur.





Kocanın birkaç metresi olduğu gibi, kadının

da başkalarıyla ilişkide bulunması, bazı çevrelerce nefretle karşılanmayan bir

davranıştı. Fuhuşla ilgili Cahiliyye Araplarının şu adetlerini zikredebiliriz:





Kadın âdetinden temizlendikten sonra kocası

ona "şu adama git ve ondan hamile kal" derdi. Kadın istenilen adamla beraber

olduktan sonra kocası hamileliği belli oluncaya kadar ona yaklaşmazdı. Sonra

yaklaşabilirdi. Bu, iyi bir çocuğa sahip olmak için yapılırdı.





Sayıları üç ila on arasında değişen bir

grup erkek kadının evine girerek, sırasıyla hepsi de onunla cinsi münasebette

bulunurdu. Kadın hamile kalıp da doğum yaparsa doğumdan bir kaç gün sonra bu

erkekleri çağırır, erkekler de zorunlu olarak bu davete iştirak ederlerdi. Sonra

onlara: "Olanları biliyorsunuz, doğum yaptım" içlerinden birine işaret ederek

"çocuğun babası sensin" derdi. O da bundan kaçınamazdı.





Bazı fuhuş yapan kadınlar da tanınmaları

için kapılarına bayrak asarlardı. Bu tür kadınlardan biri doğum yaptığı zaman

teşhis heyeti toplanıp çocuğun kime ait olduğunu tespit ederdi. O da çocuğun

babası olduğunu kabul etmek zorunda kalırdı. (Buhârî, Nikah, 36)





Kadına değer verilmez, hak ve hukuku

tanınmaz, adeta bir eşya gibi telakki edilip miras alınırdı. Biri ölüp karısı

dul kalınca ölenin varislerinden gözü açık biri hemen elbisesini kadının üzerine

atardı. Kadın daha önce kaçıp bu halden kurtulamazsa artık onun olurdu. Dilerse

mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir başkasıyla evlendirerek mihrini

almaya hak kazanır ve kadına bundan bir şey vermezdi. Dilerse, kocasından

kendisine kalan mirası elinden almak için onu evlenmekten menederdi. Bunun

üzerine inen ayette: "Ey inananlar! Kadınlara zorla mirascı olmaya kalkmanız

size helâl değildir. " (en-Nisâ, 4/19) buyurulmuştur. (Şevkânî, Fethu'l-Kadir,

I, 440).





Yiyeceklerin bazısı yalnız erkeklere ait

olup kadınlara yasak ediliyordu. "Onlar: Bu hayvanların karınlarında olan

yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak

olursa hepsi ona ortak olur" dediler (En'âm, 6/139)







Kizlari Diri Diri Topraga Gömerlerdi







Cahiliyye Arapları'nın kötü adetlerinden

biri de kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarını

korumak veya ar telakki ettikleri için, bazıları da sakat ve çirkin olarak

doğduklarından yapıyorlardı. Kur'an-ı Kerîm'de şu ayetlerde buna işaret edilir:

"Onlardan birine Rahman olan Allah'a isnat ettikleri bir kız evlâd müjdelense

içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. " (ez-Zuhruf, 43/17), " Diri diri

toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman... "
(Tekvir,

81/8-9), "Ortak koştukları Şeyler müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi

süslü gösterirdi. "(el-En'âm, 6/137)





Ekin ve hayvanlarını iki kısma ayırıyor bir

kısmını Allah'ın böyle emrettiğini sanarak Allah'a veriyor ve bir kısmını da

Allah'a eş koştukları putlarına ayırıyorlardı. Onlar bu batıl inanç ve

adetlerinde biraz daha ileri giderek Allah'ın payına düşeni alıyorlar, onu eş

koştukları putların payına ekliyorlardı. Ama putlarının payından alıp öbürüne

ilâve ettikleri görülmüyordu. "Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan O'na pay

ayırdılar ve kendi iddialarına göre: "Bu Allah'ındır, Şu da ortak

koştuklarımızındır" dediler. Ortakları için ayırdıkları Allah için verilmezdi.

Fakat Allah için ayırdıkları ortakları için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü!"

(el-En'âm, 6/136).





Bir kısım hayvanlarla ekinlerin bazısını

dilediklerinden başkasına yasaklıyorlardı. Ayrıca bir kısım hayvanlara binerken

ve keserken Allah'ın adının anılmasına engel oluyorlardı. (el-En'âm, 6/138).





Bunun dışında hayvanlarla ilgili şu

adetleri de vardı:





Deve beş batın doğurup beşincisinde erkek

doğurursa kulağını çentip serbest bırakırlardı. Artık ona binmeyi ve sütünü

sağmayı haram kabul ederlerdi. Buna "Bahîra"* derlerdi.





Saibe*; dileği yerine gelen kimsenin

putlara adadığı deve idi. Buna da binilmez ve sütü sağılmazdı.





Vasîle*; koyun dişi doğurursa kendileri

için; erkek doğurursa putları için olurdu. Şayet biri erkek, biri dişi olmak

üzere ikiz doğurursa, dişinin hatırı için erkeği de kesmezler ve buna "Vasîle"

derlerdi.





Hâm* ; bir erkek devenin soyundan on döl

alınırsa onun sırtı haram sayılır, su ve otlakta serbest bırakılırdı. Kimse ona

dokunmazdı.





Bütün bunlardan başka müşrikler atalarından

devraldıkları birtakım adetleri devam ettirme konusunda direniyor ve hatta

bunların bazılarının, kendilerini Allah (c.c.)'a daha çok yaklaştırdıklarını

ileri sürüyorlardı.





İbn İshak şunları aktarıyor: "Kureyş, ya

Fil olayından evvel veya daha sonra meydana geldiğini tahmin ettiğim bir bid'at

ortaya çıkardı ki, tarihte (Hums) diye anılıp, asalet-i diniye iddiasından

ibarettir." Bunlar: "Biz, İbrahim'in evladıyız, ehl-i Harem biziz, Beyt'in

sahibiyiz, Mekke'nin de sâkini bulunuyoruz. Arap kabilelerinden hiçbir kabîle,

bizim sahip olduğumuz bu şeref ve itibara sahip değildir. Binaenaleyh biz, bu

müstesna mevkiimizin şeref ve itibarını korumalıyız. Bundan sonra Harem

haricinde hiçbir şeye tazim etmeyip bütün ihtiramatımızı Harem dahilinde

hasretmeliyiz. Meselâ, Arafat'ta halk ile bir sırada, yan yana, omuz omuza durup

vakfe etmek, sonra halk ile geri dönüp gelmek bizim kadrimizi tenzil eder"

diyorlardı.





İbn İshâk devamla: "Kureyşliler bu asalet

fikrini ortaya koydu ve uygulamaya da başladı. Arafat'a çıkmayı, Arafat'tan

ifazâyı terk ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe ederken, bunlar Müzdelife'ye

giderler, orada dururlardı. Ve "Biz ehlullahız, Harem-i Şerif'in hâdimleriyiz"

diyerek, diğerleriyle eşitliği kabul etmezlerdi. Fakat bunlar, Arafat'ta vakfe

etmenin İbrahim (a.s.)'in dini muktezası olduğunu biliyorlardı. Kinâne ile

Hüzâaoğuları da bu hususta Kureyş'e iltihak etmişlerdi.





Bunlar hac için, umre için gelen bedevîlere

müdahaleye kadar ileri gitmişlerdir. Harem hâricinden gelen herkesin, Beyt'in

ilk tavafı Siyab-ı Hums ile tavaf etmelerini kararlaştırdılar ve uyguladılar. Bu

kararın neticelerinden biri: Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf ederse,

tavaftan sonra o elbiseyi çıkarıp atması zarûrî idi.





Bu kararların ikinci neticesi ise;

asilzadelere mahsus bir elbisesi olmayan bedevî erkeklerin çıplak; kadınların da

yalnız önü yırtmaçlı kısa iç gömleği ile tavafa mecbur edilmesidir.





Bu ve bunun gibi pek çok âdetler yürürlükte

idi. Rasûlullah (s.a.s)'a iletilinceye kadar da bu âdetler yürürlükte kalmaya

devam etti. Daha sonra da A'râf suresinin 26, 27, 28, 31 ve 32. ayetlerinde,

çıplak tavaf ile birlikte diğer bid'atler de yasaklanmıştır.





Ebû Hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete

göre, Ebû Bekr es-Sıddık (r.a.) Vedâ Hacc'ından (bir sene) evvel, Hz. peygamber

tarafından Hac Emîri* olarak (Mekke'ye) gönderildiğinde, Ebû Bekr de Ebû

Hureyre'yi Kurban Bayramı'nın ilk günü Mina'da büyük bir cemaat içinde halka (şu

iki maddeyi) ilâna memur kılmıştır. (Ebu Hüreyre): "Ey Nas! İyi biliniz, bu

yıldan sonra müşriklerin haccetmeleri, çıplakların da Kâbe'yi tavaf etmeleri

yasaktır" demiştir. (Sahîh-i Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI,13) Fakat

onlar bunu kabule yanaşmamışlar, atalarını körükörüne taklide çalışmışlardır.

"Onlara: Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin dendiği zaman: Atalarımızı

üzerinde bulduğumuz şey bize yeter' derler. Alaları bir şey bilmeyen ve doğru

yolu da bulamayan kimseler olsalar da mı?" (el-Mâide, 5/104). İslâm, topluma

hakim olunca bütün bu cahilî sistemin ilkel davranışlarını tamamen

yasaklamıştır" (el-Mâide, 5/103).





Bütün bunlara baktığımızda, Cahiliyye'nin

bir inanma biçimi olduğunu görüyoruz. Cahiliyye; bir şeyi gerçeği dışında

bilmek, anlamak ve buna göre amel etmek demektir. Bu duruma göre Cahiliyye;

insanın ve toplumun İslâm öncesi ve İslâm dışı bir yaşayış biçimiyle yaşaması

demektir. Doğru yolun zıddı, ilmin aksi olan, eskiyen ve değişken olan,

bölgelere, kavimlere ve anlayışlara göre kurulan her türlü İslâm dışı rejimler;

cahilî sistemler ve hükümlerdir.

Muhammed Emin Yıldırım hocamızın Siyer Vakfı'nın düzenlemiş olduğu "Samed Medresesi 2011-2012 Eğitim Dönemi'nde" yaptığı Siyer Usulü derslerinden "Siyer Coğrafyasında Nübüvvet Öncesi Sosyal Hayat" başlıklı dersi

...