İman sözlükte, "bir kişiyi söylediği sözde
tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek, gönül huzuru ile benimsemek,
karşısındakine güven vermek, güvenlikte olmak, şüpheye yer vermeyecek biçimde
içten ve yürekten inanmak" anlamlarına gelir.
Terim olarak ise, Hz. Peygamber'i, Allah Teâlâ'dan getirdiği kesin olarak
bilinen hükümlerde (zarûrât-ı dîniyye) tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri
tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak
demektir.
Buna göre; imanın hakikati ve özü kalbin tasdikidir. Kalbin tasdiki imanın
değişmeyen aslî unsurudur. İmanla bilgi arasında çok yakın bir ilişki söz
konusudur. Her inanan kişi, neye inandığını bilir, fakat her bilme inanmayı
gerektirmez. İnanılacak esaslarla ilgili bilgiye iman denilebilmesi için,
kişinin gönlünde ve kalbinde hür iradeye dayalı bir boyun eğişin, teslimiyetin
ve tasdikin bulunması gerekir. İman edene sevap, etmeyene ceza verilmesinin
dayanağı, kişinin gönülden bağlılığının ve tasdikinin bulunup bulunmamasıdır.
İmanın, bir kalp işi, kalbin tasdiki olduğunu gösteren âyet ve hadislerden
bazıları şunlardır:
"Ey Peygamber, kalpleri iman etmediği halde, ağızlarıyla inandık diyenlerden ve
yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin..." (el-Mâide 5/41).
"Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açar..." (el-En`âm
6/125).
"Allah cennetlikleri cennete, cehennemlikleri cehenneme koyacak, sonra da bakın
kalbinde hardal tanesi kadar imanı olan birisini bulursanız onu cehennemden
çıkarın diyecektir" (Buhârî, "Îmân", 15; Müslim, "Îmân", 82).
Görüldüğü üzere imanın esası, inanılacak şeyleri kalbin tasdik etmesidir. Bir
kimse diliyle inandığını söylese bile kalbiyle tasdik etmezse mümin olamaz. Buna
karşılık kalbiyle tasdik edip inandığı halde, dilsizlik gibi bir özrü sebebiyle
inancını diliyle açıklayamayan veya tehdit altında olduğu için kâfir ve inançsız
olduğunu söyleyen kimse de mümin sayılır. Bunun en belirgin örneği şu olaydır:
Sahâbîlerden Ammâr b. Yâsir, Kureyş müşriklerinin ağır baskılarına ve ölüm
tehditlerine dayanamayarak kalben inanmakla birlikte, diliyle müslüman
olmadığını, Hz. Muhammed'in dininden çıktığını söylemiş, bu olay hakkında âyet-i
kerîme inerek, Ammâr'ın mümin bir kimse olduğu belirtilmiştir:
"Kalbi imanla dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan kimse hariç, kim iman ettikten
sonra Allah'ı inkâr ederse ve kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı
bunlaradır. Onlar için büyük bir azap vardır" (en-Nahl 16/106).
İmanın aslî unsuru kalbin tasdiki olmakla birlikte kalpte neyin gizli olduğunu
insanlar bilemediği için, kalpteki inancın dil ile söylenip açığa vurulması, o
kişinin de dünyada bu söz ve ikrarına göre bir işleme tâbi tutulması
gerekmektedir. Bu sebeple ikrar, yani kalpte bulunan inancın dil ile ifade
edilmesi, imanın bir parçası değil, âdeta onun dünyevî şartıdır.
Kalplerde neyin gizli olduğunu ancak Allah bilir. Bir kimsenin iman ettiği, ya
kendisinin söylemesiyle veya cemaatle namaz kılmak gibi mümin olduğunu gösteren
belli ibadetleri yapmasıyla anlaşılır. O zaman bu kimse mümin olarak tanınır,
müslüman muamelesi görür, müslüman bir kadınla evlenebilir. Kestiği hayvanın eti
yenir, zekât ve öşür gibi dinî vergilerle yükümlü tutulur. Ölünce de cenaze
namazı kılınır, müslüman mezarlığına defnedilir. Eğer bir kimse inancını diliyle
ikrar etmezse ona, müslümana özgü bu tür hükümler uygulanmaz.
İmanda ikrarın çok önemli olduğunu Peygamber Efendimiz şu hadisleriyle dile
getirmişlerdir:
"Kalbinde buğday, arpa ve zerre ölçüsü iman olduğu halde Allah'tan başka Tanrı
yoktur. Muhammed O'nun elçisidir diyen kimse cehennemden çıkar" (Buhârî, "Îmân",
33; Tirmizî, "Cehennem", 9; İbn Mâce, "Zühd", 37).
"İnsanlar Allah'tan başka Tanrı yoktur. Muhammed O'nun elçisidir deyinceye kadar
kendileriyle savaşmakla emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse can ve mal
güvenliğine sahip olurlar. Ancak kamu hukuku gereği uygulanan cezalar bundan
müstesnadır. İç yüzlerinin muhasebesi ise Allah'a aittir" (Buhârî, "Cihâd", 102;
Müslim, "Îmân", 8; Ebû Dâvûd, "Cihâd", 104).
Dil ile ikrar bu derece önemli olduğu için genellikle iman, "Kalp ile tasdik ve
dil ile ikrardır" şeklinde tanımlanmıştır. Fakat imanı bu şekilde tanımlamak,
kalbi ile inanmadığı halde inandım diyenin mümin olmasını gerektirmez. Bu konuda
bir âyet-i kerîmede,
"İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde Allah'a ve âhiret gününe
inandık derler" (el-Bakara 2/8) buyurulmuştur.
Gönülden inanmadığı halde, diliyle inandığını söyleyen kişi -kalpteki inanç ve
ikrarı bilinemediği için- dünyada müslüman gibi işlem görür. Fakat imanı
bulunmadığı ve münafık olduğu için âhirette kâfir olarak işlem görecek ve
cehennemde ebedî kalacaktır.
Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi kalbin tasdiki, imanın rüknü, olmazsa olmaz
unsuru ve değişmez temelidir. Dilin ikrarı da, bu asıl ve gerçeğin tanınmasını
sağlayan bir şarttır.
Kaynak : İslam İlmihali