Âhiret, sözlükte "son, sonra olan ve son gün" anlamlarına gelir.
Terim olarak âhiret, İsrâfil'in (a.s.) Allah'ın emriyle, kıyametin kopması için
sûra ilk defa üflemesiyle başlayacak olan ebedî hayata denilir. İsrâfil (a.s.)
sûra ikinci defa üfleyince insanlar diriltilip hesaba çekilecek, sonra dünyadaki
iman ve amellerine göre ceza ve mükâfat görecek, cennetlikler cennete,
cehennemlikler cehenneme girecek ve orada kalacaklardır.
Âhirete iman, iman esaslarından olup genellikle Kur'an'da "el-yevmü'l-âhir" (son
gün) şeklinde, Allah'a imanla yan yana zikredilmiştir. Bu da âhiret inancının
iman esasları arasında çok önemli olduğunu göstermektedir. Allah'a ve O'nun
birer yol gösterici olarak peygamberler gönderdiğine inanmak, insanların sorumlu
olduğuna inanmayı da gerekli kılar. İnsandaki sorumluluk duygusu da kişiyi,
yaptıklarının karşılığını göreceği âhiret hayatına inanmaya götürür.
Âhirete inanmayan kimse Kur'an âyetlerini inkâr ettiği için kâfir olur:
"...Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü
inkâr ederse o tam mânasıyla sapıtmıştır" (en-Nisâ 4/136) meâlindeki âyet bunu
açıkça belirtmektedir.
Kur'ân-ı Kerîm'in pek çok âyetinde dünya hayatının geçici, âhiretin ise ebedî
olduğu, insanların dünyanın geçici zevklerine ve aldatmacalarına kanmamaları,
daha hayırlı ve kalıcı olan âhiret mutluluğunu yakalamaları gerektiği
vurgulanmaktadır. Bununla birlikte Kur'an, dünya hayatının da ihmal edilmemesi
gerektiğini, çünkü âhiretin dünyada kazanılacağını, âhirette mutlu olmanın,
dünyadaki yaşayışa bağlı bulunduğunu ifade etmektedir:
"Fakat siz (ey insanlar) âhiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya
hayatını tercih ediyorsunuz" (el-A`lâ 87/16-17),
"...Şüphesiz bu dünya hayatı geçici bir eğlencedir. Ama âhiret, gerçekten
kalınacak bir yurttur" (el-Mü'min 40/39), "Allah'ın sana verdiğinden (O'nun
yolunda harcayarak) âhiret yurdunu da iste; ama dünyadan da nasibini unutma..."
(el-Kasas 28/77).
Kur'an'da âhiret ve âhiret hayatı ile ilgili verilmiş olan pek çok isim vardır.
Bu isimlerden bazıları şunlardır: el-yevmü'l-âhir (son gün, âhiret günü),
yevmü'l-ba`s (diriliş günü), yevmü'l-kıyâme (kıyamet günü), yevmü'd-dîn (ceza ve
mükâfat günü), yevmü'l-hisâb (hesap günü), yevmü't-telâk (kavuşma günü), yevmü'l-hasre
(hasret ve pişmanlık günü).
Peygamber Efendimiz'in de âhiret ve halleri ile ilgili pek çok hadisi vardır.
Özellikle kıyamet alâmetleri, kabir hayatı, mahşer, hesap, mîzan, sırat, şefaat,
cennet ve cehennemle ilgili çok sayıda hadis bulunmaktadır.
b) Âhiretin Varlığının İspatı
Âhiret hayatının mahiyeti ve âhiretteki durumlar, duyular ötesi ve gayba ait
konular olduğu için, gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerle ve akılla
açıklanamaz. Bu konuda tek bilgi kaynağı vahiydir. Kur'an'da ve sahih hadislerde
ne haber verilmişse onunla yetinilir. Bunun ötesinde aklî bir yoruma gidilemez.
Çünkü âhiretteki durumlar dünyadakine benzemez. Aralarında isim benzerliğinden
başka bir benzerlik yoktur. Meselâ "İsrâfil sûra üfürecek, insanların amelleri
tartılacak, herkesin defteri ortaya çıkacak" denildiği zaman, hatıra dünyada
bilinen bir alet, bir terazi, kâğıttan yapılmış bir defter gelmemelidir.
Bunların gerçek şeklini ve iç yüzünü ancak Allah bilir. Onların varlığına
inanılmalı, mahiyetleri konusunda ise yorum yapılmamalıdır.
İslâm dini ve kutsal kitabı, âhiret inancına büyük önem vermiştir. Bu sebeple
Kur'an'da, hem Mekkî hem de Medenî sûrelerde, 100'den fazla terim veya deyim
kullanılarak, âhiret inancı pekiştirilmiştir. Kur'an'da âhiret gününden
bahsetmeyen hemen hiçbir sûre yoktur. Kur'an, âhiret fikrini, insanın düşünce ve
kalbine bazan apaçık delillerle, bazan da örnekler vermek suretiyle
yerleştirmeyi amaçlamıştır. Âhiret hayatından söz eden çok sayıdaki mânası
apaçık âyetler ile sahih hadisler âhiretin varlığını ispat eden, bu konuda
şüpheye asla yer vermeyen naklî delillerdir.
Sağlıklı düşünebilen insan; aklı, kendisinde bulunan adalet, sorumluluk,
ebedîlik ve sonsuzluk duygusu ile, insanın başı boş ve amaçsız yaratılmadığı
fikrinden hareketle, âhiret hayatının varlığını tabii bir şekilde kabul eder.
Çeşitli Kur'an âyetleri bu hususlara açıklık getirmektedir:
1. İnsandaki adalet duygusu, âhirete inanmayı zorunlu kılar. Biz, yüce Allah'ın
mutlak ve sonsuz adaletine, inanırız. Bilindiği gibi bu dünyada herkes işlediği
suçun cezasını tam anlamıyla çekmemekte, birtakım haksızlıklar meydana
gelmektedir. Âhirette ise durum böyle olmayacak, hiçbir şey gizli kalmayacak,
hak yerini bulacak, Allah mutlak adaleti ile kötüleri cezalandıracak, iyileri de
mükâfatlandıracaktır.
Şu âyet iyilerle kötüleri bir tutmanın ilâhî adalete uymayacağını ortaya
koymaktadır:
"Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi
ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm
veriyorlar? Allah gökleri ve yeri yerli yerince yaratmıştır. Böylece herkes
kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez" (el-Câsiye 45/21-22).
İyi ile kötünün, zalim ile mazlumun hesapları-nın görüleceği o gün Kur'an'da
"din günü, ceza ve mükâfat günü" diye nite-lendirilmiş, bu terimin geçtiği
Fâtiha sûresi beş vakit namazın her rek`atında okunarak, âhiret inancı ve adalet
duygusu sürekli canlı tutulmuştur.
2. İnsandaki sorumluluk duygusu da âhirette inanmayı zorunlu kılar. Yüce Allah
insanı, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, hayır ile şerri ayırt eden ve seçen
bir varlık olarak yaratmış, bu seçiminden dolayı da sorumlu tutmuştur. İnsanın
belli davranışlarından sorumlu olması bu sorumluluğunun karşılığını göreceği bir
hayatı ve yurdu gerekli kılmaktadır.
Bir âyette şöyle buyurulur:
"Göğü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkâr
edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline! Yoksa biz, iman edip
de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya
(Allah'tan) korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız" (Sâd 38/27-28).
3. İnsandaki sonsuzluk ve ebedîlik duygusu, âhirete inanmayı gerekli kılar.
İnsanlık tarihi ile ilgili olarak, değişik alanlarda yapılan incelemeler,
insanda bir ebedîlik ve sonsuzluk duygusunun varlığını göstermiştir. Vatanından
ayrı kalmış fakat yurduna dönmek isteyen bir garip yolcu olduğu duygusu, insanda
onu ebedî hayat inancına hazır tutan, yaratılıştan bir özelliktir. Bununla
birlikte, dünya hayatına aşırı tutkunlukları yüzünden, âhiret inancına karşı
çıkan ve bütün varlık gayelerini geçici dünya yaşantısına hapseden insanlar da
olagelmiştir.
Kur'an "Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır, ölürüz ve yaşarız. Bizi tüketip
bitiren ancak ve ancak zamandır" diyenlerin, gerçek bir bilgiye dayanmadıklarını
ifade ederek, inkârcıları ve âhireti yalanlayanları mahkûm etmiş (el-Mü'minûn
23/33-37), bu konudaki ölümsüz gerçeği şöyle hatırlatmıştır:
"De ki: Allah sizi diriltir, sonra öldürür. Sonra sizi şüphe götürmeyen kıyamet
gününde bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler. Göklerin ve yerin
mülkü Allah'ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya, işte o gün bâtıla sapanlar
hüsrana uğrayacaklardır" (el-Câsiye 45/26-27).
4. İnsanın başı boş ve amaçsız yaratılmayışı da âhirete inanmayı gerektirir.
Kur'an'da da ifade edildiği gibi insan boş yere ve amaçsız yaratılmamıştır. O,
yaratılış gayesini gerçekleştirmek, yeryüzünde halife olmak, ancak kulluk etmek
için yaratılmıştır. Öyleyse o bu görevleri yerine getirmekle yükümlüdür.
Getirirse âhirette karşılığını da görecektir. Bir âyette şöyle buyurulur:
"Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri
getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Mutlak hâkim ve hak olan Allah çok yücedir.
O'ndan başka Tanrı yoktur. O, yüce Arş'ın sahibidir" (el-Mü'minûn 23/115-116).
c) Âhiret Hayatının Devreleri
İnsanın ölümüyle âhiret hayatı başlar. Bu durumda âhiret, kabir (berzah) hayatı,
kıyamet, ba`s (yeniden dirilme), haşir ve mahşer, defterlerin dağıtılması,
hesap, mîzan, sırat, şefaat, cennet ve cehennem gibi devreleri kapsamaktadır.
aa) Kabir Hayatı (Berzah)
Ölümle başlayıp yeniden dirilmeye kadar devam edecek hayata kabir hayatı
denilir. Kabir hayatı "berzah" diye de anılmıştır.
Bir hadiste;
"Kabir, âhiret duraklarının ilkidir. Bir kimse eğer o duraktan kurtulursa
sonraki durakları daha kolay geçer. Kurtulamazsa, sonrakileri geçmek daha zor
olacaktır" (Tirmizî, "Zühd", 5; İbn Mâce, "Zühd", 32) buyurularak ölümle âhiret
hayatının başladığı ifade edilmiştir.
Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizde kalsın veya
yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatını geçirecek ve kıyamet günü
diriltilecektir. Genellikle insanlar ölünce kabre konulduğundan bu gibi
durumlarda da kabir hayatı ifadesi kullanılmaktadır.
İnsan öldükten sonra kabre konulunca Münker ve Nekir adında iki melek kendisine
gelerek "Rabb'in kimdir?", "Peygamberin kimdir?" "Dinin nedir?" diye soracaklar,
iman ve güzel amel sahipleri bu sorulara doğru cevaplar verecekler ve
kendilerine cennet kapıları açılarak cennet gösterilecektir. Kâfir ve münafıklar
ise bu sorulara doğru cevap veremeyecek, onlara da cehennem kapıları açılacak ve
cehennem gösterilecektir. Kâfirler ve münafıklar kabirde acı ve sıkıntı içinde
azap görürlerken müminler nimetler içerisinde mutlu ve sıkıntısız bir hayat
süreceklerdir (bk. Tirmizî, "Cenâiz", 70). Kabir azabı ve nimeti ile ilgili
olarak Kur'an'da ve sahih hadislerde çeşitli bilgiler bulunmaktadır.
bb) Kıyamet ve Kıyamet Alâmetleri
Sözlükte "kalkmak, dikilmek, ayaklanmak" anlamlarına gelen kıyamet bir terim
olarak, evrenin düzeninin bozulması, her şeyin alt üst edilerek yok olması, yok
olan ve ölen şeylerin yeniden yaratılıp diriltilerek ayağa kalkması ve mahşere
doğru yönelmesi demektir. Bu durumda kıyamet genel bir ölümden sonra genel bir
dirilişi kapsamaktadır.
Kıyametin kopması, aklın imkânsız göreceği bir olay değildir. Çünkü evrenin
yaratıcısı ve yöneticisi olan Allah'ın, evrendeki düzeni bozması, dolayısıyla
bugün tabiatı düzenleyen kanunların alt üst olması akıl açısından mümkündür.
Kur'ân-ı Kerîm'de kıyametin geleceğinden kuşku duyulmaması gerektiğini belirten
ve kıyamet ile ilgili durumları açıklayan pek çok âyet vardır:
"İnsan kıyamet günü ne zamanmış? diye sorar. İşte göz kamaştığı, ay tutulduğu,
güneşle ay bir araya getirildiği zaman! O gün insan `kaçacak yer neresi?'
diyecektir. Hayır, hayır! (Kaçıp) sığınacak yer yoktur. O gün varıp durulacak
yer, sadece Rabbinin huzurudur" (el-Kıyâme 75/6-12).
"Gökyüzü yarıldığı, yıldızlar döküldüğü, denizler birbirine katıldığı,
kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman, insanoğlu (yapıp)
gönderdiklerini ve (yapamayıp) geride bıraktıklarını bir bir anlar" (el-İnfitâr
82/1-5).
Kur'an'da kıyamet günü; saat, vâkıa (kesin olarak meydana gelecek olan), et-tâmmetü'l-kübrâ
(en büyük felâket ve belâ), hâkka (gerçek olan), gaşiye (şiddetiyle birden bire
halkı saran), karia (kapıyı çalacak gerçek) gibi isimlerle de anılmıştır.
Kıyamet günü önce müminlerin ruhları alınarak âhirete göçmeleri sağlanacak,
böylece kıyamet, insanların kötüleri ve kâfirler üzerine kopacaktır (Buhârî, "Fiten",
5; Müslim, "Fiten", 53; İbn Mâce, "Fiten", 24).
Kaynak: İslam ilmihali
"Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır." [1] (Zâriyât:
51/56)
"Kim doğru yola gelirse ancak kendi lehine yola gelmiş ve kim de saparsa ancak
kendi aleyhine sapmıştır. Kimse kimsenin günahını çekmez. Biz peygamber
göndermedikçe kimseye azabetmeyiz." [2] (İsra:17/15)