1.Hadesten taharat: Cünüplük ve abdestsizliğe "Hades" denir. Namaz
kılmak için hükmi pislik denen "hades" ten temizlik şarttır.
(gerekli hallerde) Gusül yapmak ve abdest almak "hades" ten temizlenmek
demektir.
2.Necasetten taharat : Namaz kılıcak kişinin, bedeninde, üzerindeki
elibisede ve namaz kılacağı yerde (namaza engel olacağı kadar)
pislik varsa bunları temizlemektir.
3.Setr-i avret: Namaz kılıcak kişinin vücunda örtünmesi gereken yerleri örtmesi
demektir.
Erkeklerde; örütnmesi farz olan yerler, göbek altından diz kapağına kadar olan
kısmıdır.(Diz kapağı dahil)
Kadınlarda; yüz, eller ve ayaklardan başka vücudun her tarafı örtünmesi farzdır.
Örtünemsi gereken organlardan birinin dörtte biri
bie rukün eda edecek kadar (üç tesbih miktarı) bir zaman açılsa sahih
olmaz.Organları belli eden dar elibise ile altta vücud görünmediği taktirde
namaz kılmak kerahatle caizdir.Vücudun rengini gösteren elibize ile namaz
kılınmaz.
4.İstikbal-i Kıble: Namaz kılarken kıbleye yönelmek demektir.
Müslümanların kıblesi, Mekke'de bulunan Kâbe'dir. Kâbe denilince sadece bilinen
bina değil, bunun yanında, hatta daha öncelikle bu binanın bulunduğu yer
kastedilir. Kâbe'yi gözle gören kişi, bizzat Kâbe'ye yönelir. Kâbe'den uzakta
olan kişi ise Kâbe'nin bizzat kendisine değil, onun bulunduğu tarafa yönelir,
yüzünü ve yönünü o tarafa çevirir. Namazın amacı, kalbin mâsivâdan (Allah'tan
başka her şeyden) ayrılıp yalnızca Allah'a yönelmesidir. Elbetteki Allah
herhangi bir yönle kayıtlı ve sınırlı değildir. Fakat, kalbin huzur ve
sükûnetini sağlamak bakımından, namazda herkesin yöneleceği bir yönün tayin
edilmesi, belirlenmesi gerekir. Zâhirde, yüzümüzü Allah'ın evi olan Kâbe'ye
çevirdiğimiz gibi, bâtınen de, Allah'ın nazargâhı olan kalbimizi, gönlümüzü
başka şeylerden çekip alarak, arındırarak yalnız Allah'a yöneltmeli, Allah'tan
başka şeyleri kalpten atmalıyız.
Kıblenin ne tarafta olduğunu bilmeyen kimsenin, yanında kıble yönünü bilen
birisi varsa ona sorması gerekir. Böyle biri varken ona sormayıp kendisi ictihad
ederek, yani kıble yönünü bulmaya çalışarak bir yöne yönelmiş ve yöneldiği
tarafın kıble yönü olmadığı ortaya çıkmış ise, namazı iade etmesi gerekir.
Kâbe'nin bulunduğu noktadan 45 derece sağa ve sola sapmalar kıbleden (Kâbe
yönünden) sapma sayılmaz. Sapma derecesi daha fazla olursa "kıbleye yönelme"
şartı aksamış olur.
Kıblenin ne tarafta olduğunu bilmeyen kimse, soracak birini bulamadığı takdirde
yıldız, güneş, rüzgâr gibi birtakım doğal alâmetlere dayanarak kıble yönünü
bulmaya çabalar ve kanaat getirdiği tarafa yönelerek namazını kılar. Namazı
kıldıktan sonra kıblenin kendi yöneldiği tarafta olmadığı ortaya çıksa bile,
kendisi bu yöne ictihad ederek, yani birtakım alâmetlere dayanarak bu sonuca
ulaştığı için, namazı yeniden kılması gerekmez. Fakat namaz esnasında kıble
yönünü anlaması halinde, namazını bozmadan o tarafa yönelir ve namazını
tamamlar.
Kıble yönünü bilmeyen kimse, birine sormadan veya kıblenin ne tarafta olduğunu
araştırma zahmetine katlanmadan (ictihad etmeden) rastgele bir tarafa yönelse,
namaz esnasında yöneldiği tarafın kesin olarak kıble tarafı olduğunu anlasa
namazı yeniden kılar. Çünkü namazın ilk kısmı şüpheli olduğu için, sağlam
kanaate dayalı ikinci kısım, şüpheli birinci kısım üzerine bina edilemez. Ancak
bu durumu namazı bitirdikten sonra anlayacak olursa, iade etmesi gerekmez. Ebû
Yûsuf'a göre her iki durumda da iade etmesi gerekmez.
İki kişi kıble cihetini araştırsa ve her biri ayrı bir yönün kıble olduğuna
kanaat getirse, bu durumda bunlar birbirlerine uyarak cemaatle namaz kılamazlar.
Her biri kendi tesbit ettiği kıbleye dönerek ayrı ayrı namazlarını kılarlar.
Bir kimse namazda iken bir özür olmaksızın göğsünü kıble tarafından çevirecek
olursa namazı bozulur. Yüzünü çevirecek olursa, derhal kıbleye dönmesi gerekir.
Bir kimse abdestsiz olduğunu zannederek namazdan ayrıldıktan sonra abdestli
olduğunu hatırlasa, isterse henüz mescidden çıkmamış olsun, namazı bozulmuş
olur. Fakat bir kimse mescidde namaz kılarken abdestinin bozulduğu zannıyla
kıbleden ayrılıp da daha mescidden çıkmadan abdestinin bozulmadığını anlasa,
İmâm-ı Âzam'a göre namazı bozulmuş olmaz. Ama bunu mescidden çıktıktan sonra
anlayacak olsa namazı ittifakla bozulur. Çünkü mekânın değişmesi bir özüre mebni
değilse, namazı iptal eder.
Hastalık veya düşman yahut yırtıcı hayvan korkusu gibi nedenlerle kıbleye dönme
imkânı bulamayan kimse, kendisi için en rahat olan tarafa döner.
5.Vakit : Namaz günün belli zaman dilimlerinde yerine getirilmesi
gereken bir farzdır. Bu itibarla farz namazlar için vakit şarttır. Yine her bir
farz namaza bağlı sünnet namazlar, vitir, teravih ve bayram namazları için de
vakit şarttır. Bir farz namaz, vaktinin girmesinden önce eda edilemeyeceği gibi,
vaktinin çıkmasından sonra da eda edilemez. Bir farz namazın vakti içinde
kılınması edâ, vaktinin çıkmasından sonra kılınması da kazâ olarak adlandırılır.
Bir namazın özürsüz olarak vaktinde kılınmaması ve ileriki bir vakitte kazâ
edilmek üzere ertelenmesi doğru değildir ve günahtır. İlgili hadisten hareketle,
unutma ve uyuma gibi mazeretler nedeniyle vaktinde kılınamamış olan namazın daha
sonra kılınması gerekir. İhmal ederek, gevşeklik göstererek namazın vakti
içerisinde kılınmaması günah olduğu için kimi bilginler, bu şekilde mazeretsiz
olarak vakti içerisinde kılınmamış olan namazların kazâ edilemeyeceğini,
günahından kurtulmak için tövbe etmek gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu
bilginler, aynı şekilde uyuma ve unutma mazereti sebebiyle vaktinde kılınamamış
bir namazın hatırlanıldığında eda niyetiyle kılınacağını belirtmişlerdir. Esasen
niyet ederken hangi farz namazın kılındığının belirlenmesi (tayin) şart olmakla
birlikte, eda veya kazâ şeklinde bir belirleme yapmak gerekli değildir. Çünkü
kazâya kalmış bir namaz, eda niyetiyle kazâ edilebileceği gibi, henüz vakti
çıkmamış bir namaz da kazâ niyetiyle eda edilebilir.
Kazâ, sadece beş vakit farz namaz ve bir de vitir namazı için söz konusudur.
Cuma ve bayram namazları ve sünnet namazlar kazâ edilemez.
6.Niyet: Niyet "azmetmek, kesin olarak irade etmek, kastetmek"
demektir. Daha açık bir ifadeyle kalbin bir şeye karar vermesi, hangi işin ne
için yapıldığının açıklıkla farkında olunması demektir. Namaz hususunda niyet
Allah için safiyetle namaz kılmayı istemek ve hangi namazın kılınacağını
bilmektir.
Namazın geçerli olması için niyetin gerekli olduğunda İslâm bilginleri ittifak
etmişlerdir. Ancak çoğunluk bunu sıhhat şartı sayarken, Şâfiîler ve bazı
Mâlikîler rükün sayarlar.
Niyetin kalp ile yapılması esas olup dil ile söylenmesi şart değildir. Bununla
birlikte ayrıca dil ile de söylenmesi daha iyi olur ve bu tarzda niyet,
çoğunluğa göre müstehaptır. Kalpten geçirilen ile dil ile söylenen birbirine
uymuyor ise, kalpten geçirilene itibar edilir. Mâlikîler'e göre ise dil ile
söylenmesi câiz ise de söylenmemesi daha iyidir.
Hanefî mezhebine göre farz namazlar, vitir namazı, adak namazı ve bayram
namazları için belirleme şarttır. Meselâ "bugünkü sabah namazına" diye niyet
edilir. Fakat vakit içerisinde, o vaktin hangi vakit olduğunu bilmek kaydıyla
"bu vaktin farzını kılmaya" diye niyet edilmesi de yeterlidir. Fakat cuma
namazında, vaktin namazına niyet etmek yeterli olmaz, çünkü vakit cuma vakti
değil, öğle namazının vaktidir.
Nâfile namazlar için "falanca namazın ilk sünnetini veya son sünnetini kılmaya
niyet ettim" diye niyet edilir. Bununla birlikte, ister müekked isterse gayr-i
müekked olsun nâfile namazlarda, "falanca namazın sünnetini" diye bir belirleme
yapmak şart değildir; sadece namaz kılmaya niyet edilmesi yeterlidir, fakat
belirleme yapılması daha iyi olur. Özellikle teravih namazı kılarken, "teravih
namazına" veya "vaktin sünnetine" diye niyet edilmesi daha ihtiyatlı bir tutum
olur. Cemaate yetişip de imamın farzı mı yoksa teravihi mi kıldırdığını bilmeyen
bir kimse, farza niyet ederek imama uyar. Eğer imam farzı kıldırmakta ise, uyan
kişinin farzı sahih olur; imam teravihi kıldırmakta imişse, uyan kişinin kıldığı
namaz nâfile olur, fakat yatsının farzından önce olduğu için teravih namazı
yerine geçmez.
Niyet ederken hangi farz namazın kılındığının belirlenmesi (tayin) şart olmakla
birlikte, eda veya kazâ şeklinde bir belirleme yapmak gerekli değildir. Çünkü
kazâya kalmış bir namaz, eda niyetiyle kazâ edilebileceği gibi, henüz vakti
çıkmamış bir namaz da kazâ niyetiyle eda edilebilir.
Cemaatle namaz kılınması halinde imama uymaya da niyet edilmesi gerekir. Fakat
imamın, imamlığa niyet etmesi şart değildir. Arkada kadın cemaat bulunması
halinde, kadınların iktidâsının sahih olabilmesi için imamın onlara imam olmaya
niyet etmesi gerektiği söylenmiştir.
Niyetin Zamanı. Niyetin iftitah tekbiriyle birlikte yapılması efdaldir. Fakat
niyet ile tekbir arasında namaz ile bağdaşmayacak bir iş bulunmaması şartıyla,
tekbirden önce de niyet edilebilir. Tekbir alındıktan sonra yapılan niyet
çoğunluk tarafından kabul edilen görüşe göre geçerli olmaz. Diğer bir görüşe
göre Sübhâneke'den veya eûzüden önce edilen niyet ile namaz geçerli olur. Öteki
mezhepler niyet ile tekbirin yakın olmasına önem vermişlerdir. Özellikle Şâfiî
mezhebinde niyetin hemen tekbirden önce veya tekbirle birlikte yapılması
gerekir.
Namaza başlarken yapılan niyetin namaz sonuna kadar hatırlanması şart değildir.
Bu bakımdan bir kimse bir vaktin farz namazına niyet ederek namaza başlasa, daha
sonra nâfile kılıyormuş gibi bir zan ile namazını tamamlasa, farz namazı kılmış
sayılır.
Namaz'la ilgili Ayet ;
Kur'an-ı Kerim Bakara Sûresinin 153Bakara Sûresinin 153
Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok
ki Allah sabredenlerle beraberdir.