Hz .Musa Aleyhisselam, İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden.
Peygamberler içinde üstünlükleri olan ve kendilerine “ulü’l-azm” denilen altı
peygamberin üçüncüsüdür. Allahü teâlâ ile konuştuğu için, “Kelîmullah”
denilmiştir. Benî İsrail’e gelmiştir. Yakub aleyhisselamın soyundandır. Harun
aleyhisselamın kardeşidir. Babasının ismi İmrân’dır. Annesinin ismi Nüceyb veya
Nâciye veya Yuhâbil’dir.
Hazret-i Yusuf’tan sonra, Mısır’da, İsrailoğulları iyice artıp çoğaldı. Bunlar
hazret-i Yakub ve hazret-i Yusuf’un bildirdikleri dîne inanıyorlar ve emirlerini
yerine getiriyorlardı. Mısır’ın eski yerlisi Kıbtî kavmiyse yıldızlara ve
putlara taparlardı ve İsrailoğullarına hakâret gözüyle bakar, başlarında bulunan
firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı. Onların çoğalmasından
endişe ederlerdi. Benî İsrail, Kıbtî kavminin kötü muâmelelerinden ve
firavunların ağır tekliflerinden bezmiş, usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin
eski yurtları olan Ken’ân diyârına gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların
Mısır’dan çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı.
Mısır’ın idâresini elinde bulunduran ve firavun denilen krallar, kendilerine
mezar olarak dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında
binlerce insanı zorla çalıştırıyorlardı. Allahü teâlâyı inkâr edip, ilâhlık
dâvâsında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek hâline
getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler, sihirbâzlar türemişti. Bu sırada
Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece rüyâsında Kudüs tarafından çıkan
bir ateşin Mısır’ın yerli halkı Kıbtîleri yaktığını, İsrailoğullarına ise hiç
zarar vermediğini gördü. Bu rüyâyı yorumlayan kâhinler, İsrailoğullarından bir
erkek çocuk dünyâya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helâk olacaksın,
dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabîle hâlinde olan ve her bir kabîlenin
başında bir idârecisi bulunan İsrailoğullarının birleşmesinden de iyice
endişelendi. İsrailoğullarından doğacak erkek çocukların öldürülmeleri için
kânun çıkardı.
Bu hâdise karşısında İsrailoğullarının sıkıntıları iyice arttı. Firavun’un
emrine karşı gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada doğan Musa
aleyhisselamın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok endişelenmişti.
Kur’an-ı kerîm’de onun kalbine meâlen şöyle ilhâm edildiği bildirilmektedir:
“Musa’nın annesine şöyle ilhâm ettik: Bu çocuğu (Musa’yı) emzir; sonra
öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından
korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve
kendisini peygamberlerden yapacağız.” (Kasas sûresi: 7)
Musa aleyhisselamın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı.
Nehir üzerinde akıp giderken akıntı onu Firavun’un sarayına doğru sürükledi.
Firavun’un hanımı Âsiye, sandığı görerek yakalayıp saraya götürdü. Sandığı açıp
içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu cân u gönülden sevip; “Aman bunu
öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar, yâhut onu oğul ediniriz...” dedi.
Onu emzirmek için pekçok süt analar getirtti. Musa aleyhisselam hiçbirisinin
memesini almadı.
Annesi, çocuğunun Firavun’un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını
öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için kızını yâni hazret-i Musa’nın
kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; “Size bu çocuğu emzirecek, onu güzel
yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi?” dedi. Bunun üzerine Musa
aleyhisselamın annesini getirttiler. Musa aleyhisselam onun memesini aldı ve
bunun üzerine Firavun’un hanımı Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece
kimsenin haberi olmaksızın kendi oğlunu Firavun’un sarayında emzirip büyüttü...
Musa aleyhisselam Firavun’un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip
akrabâsının ve büyük kardeşi Harun’un yanına gitti. Bir gün gördü ki;
İsrailoğullarından biriyle bir Kıbtî kavga ediyor. Hazret-i Musa aralarına girip
ayırmak için Kıbtîyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbtî yere düşüp öldü. Hazret-i
Musa elinden böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü. Firavun’un şerrinden çekinip,
Mısır’dan ayrılarak Medyen’e gitti. Orada peygamber olan Şuayb aleyhisselamla
buluşup, on sene Medyen’de kaldı ve Şuayb aleyhisselamın kızıyla evlendi. Daha
sonra Mısır’a gitmek üzere Medyen’den ayrıldı.
Tur Dağına geldiği sırada mekânsız olarak Allahü teâlâ ile konuştu. Kendisine ve
kardeşi Harun aleyhisselama peygamberlik verildi. Elindeki asânın yılan olması
mucizesi ve elini koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mucizeleri
verildi. Sonra da Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir:
“Bu iki mucize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delîlidir. Doğrusu onlar
yoldan çıkmış bir millettir. Firavun’a git, doğrusu o azmıştır.” (Kasas sûresi:
32-33)
Hazret-i Musa Mısır’a varıp, kardeşi Harun aleyhisselam ile görüşüp, durumu
anlattı. Firavun’a gidip onu dîne dâvet ettiler. İsrailoğullarını serbest
bırakmasını istediler. Firavun ilâhlık dâvâsında bulunarak kabûl etmedi. Bunun
üzerine Musa aleyhisselam elindeki asâsını yere bıraktı. Kocaman bir ejderhâ
olup, hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardı, eli bembeyaz göründü.
Bu mucize karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o
sihirbâzdır dediler. Hazret-i Musa; “Size gelen gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz.
Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlânın verdiği bir
mucizesidir.” diyerek onları îmâna çağırdı. Firavun ve adamları hazret-i
Musa’nın sözlerini dinlemediler. Gösterdiği mucizelere inanmayıp, sihirdir diye
ısrâr ettiler. Firavun; “Ey Musa! Sihirbâzlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya
mı geldin? Biz de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit ve yer tâyin et.” diyerek
ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı.
Musa aleyhisselam Allahü teâlâya dua ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabûl
etti. Mısır halkı önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar
ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar
geziyor gibi gösterdiler. Bu sırada Musa aleyhisselam elindeki asâsını yere
bırakıverdi. Mucize olarak dehşetli ve çevik bir ejderhâ olup, sihirbazların
yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu. Bunu gören
sihirbazlar; “Bu mutlaka insan gücünün dışında bir mucizedir.” dediler ve
hazret-i Musa’ya îmân ettiler. Bu hâdise karşısında Firavun iyice azgınlaşıp,
baskı ve zulmünü arttırdı. Musa aleyhisselama inananları şehit ettirdi. Hazret-i
Musa’ya îmân etmiş olan kendi hanımı Âsiye’yi de şehit etti.
Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onlara
çeşitli belâlar verdi. Önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa
tutuldular. Sonra su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar.
Başlarına belâ geldikçe hazret-i Musa’ya gidip belânın kaldırılmasını ve îmân
edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devâm ederek îmân
etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen îmân etmediler. Firavun
ve kavmine gönderilen bu belâlar Kur’ân-ı kerîm’in A’raf sûresinde
bildirilmektedir.
Firavun ve kavmi, Musa aleyhisselamın gösterdiği mucizeler karşısında
İsrailoğullarının Mısır’dan gitmelerine izin verdi. Musa aleyhisselam bir vakit
tâyin ederek bir gece vakti bütün İsrailoğullarını toplayıp Mısır’dan çıktı.
Bunun üzerine Firavun izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp,
peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti. Önlerinde
denizi arkalarında düşmanı gören İsrailoğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada
Allahü teâlâ Musa aleyhisselama meâlen;
“Asân ile denize vur.” (Şuarâ sûresi: 63) diye vahyetti. Hazret-i Musa bu emir
üzerine asâsını denize vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek
bir dağ gibiydi. Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki tâne yol açıldı. On iki
sülâle olan İsrailoğulları bu yollardan yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun,
askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca, açılan yol
kapanıp sular kavuştu. Firavun, askerleriyle birlikte boğuldu.
Firavun boğulmak üzere iken “inandım” demişse de onun ye’se kapılarak söylediği
bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle
buyrulmaktadır:
“İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık ve
düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun boğulacağı anda, “İsrailoğullarının
îmân ettiğinden (Allah’tan) başka bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de
Müslümanlardanım.” dedi.” (Yunus sûresi: 90) Ancak Allahü teâlâ Firavun’un
îmânını kabul etmedi ve ona Cebrâil aleyhisselam vâsıtasıyla şöyle hitap
buyurdu:
“Şimdi mi inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.” (Yunus
sûresi: 91) “Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir yere
atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olasın. Bununla berâber doğrusu
insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret verici mucizelerimizden)
gâfildirler.” (Yunus sûresi: 92) Tefsîr âlimlerinden Zemahşerî bu âyeti şöyle
tefsir etmiştir:
“... Seni deniz kenarında bir köşeye atacağız... Cesedini tam, noksansız ve
bozulmamış hâlde çıplak ve elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere
bir ibret olmak üzere koruyacağız.”
Firavun’un cesedi bir İngiliz araştırma ekibi tarafından Kızıldeniz kenârında
kumlar arasında bulunarak İngiltere’ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu zamandan
bugüne kadar üç bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun’un vücudu bozulmamış,
etleri dökülmemiş, tüyleri kaybolmamış hâliyle secde eder vaziyette Londra’daki
meşhur British Museum’da sergilenmektedir.
Musa aleyhisselam Kızıldeniz’i geçtikten sonra, İsrailoğullarını Ken’an diyârına
doğru götürdü. Yolda putperest bir kavmin yurduna uğradılar. Bu kavim öküz
sûretinde yapılmış bir puta tapıyorlardı. Onların bu hâlini gören İsrailoğulları
onlara meyl ettiler. Hazret-i Musa’ya; “Yâ Musa! Onların tanrıları gibi bize de
bir tanrı yap.” dediler. Hazret-i Musa onlara; “Siz câhil bir kavimsiniz. Allahü
teâlâ size nîmet ve kurtuluş verdi. Allahü teâlâya îmân ediniz, şirkten ve
putlardan kaçınınız...” diye nasîhat etti.
Allahü teâlâ Musa aleyhisselama bir kitap indireceğini vâdetmişti. Tûr Dağına
çıkması bildirildi. Musa aleyhisselam, kardeşi Harun’u (aleyhisselam) yerine
vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına gitti. Kırk gün Tûr Dağında kalıp, ibâdet
etti. Vâsıtasız olarak Allahü teâlânın kelâmını işitti. Bu sırada Tevrat kitâbı
nâzil oldu.
Musa aleyhisselam Tûr’da iken, Sâmirî adında bir münâfık İsrailoğullarının
ellerindeki altınları topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte sizin
ilâhınız budur diyerek İsrailoğullarını aldatınca, buzağıya tapmaya başladılar.
Harun aleyhisselam her ne kadar nasîhat ettiyse de dinlemeyip, ona karşı
çıktılar.
Musa aleyhisselam Tûr’dan dönünce, bu hâle çok gadaplanıp Sâmirî’yi reddetti ve
yaptığı buzağı heykelini yakıp denize attı. Sâmirî de insanlardan ayrı ve uzak,
vahşî bir şekilde, başkaları ona yaklaşamadığı gibi, o da başkalarına yaklaşamaz
hâlde yaşadı. Bu hâlde bulunan Sâmirî sahrâda perişan bir hâlde helâk oldu.
Harun aleyhisselama bu durumu sorunca; “Nasîhat ettim dinlemediler. Az kaldı
beni öldüreceklerdi.” dedi. Böylece hazret-i Musa’nın gadabı geçti. Onlara,
kendisine Tevrat’ın indirildiğini bildirdi. İsrailoğulları da Tevrat’ta
bildirilen hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan vazgeçtiler.
Şirkten kurtulup, Allahü teâlâya îmân ve ibâdet ettiler.
İsrailoğulları Tih Sahrasında kaldıkları sırada Musa aleyhisselamın
bildirdiklerine uymayıp yine taşkınlık gösterdiler. Musa aleyhisselamdan çeşitli
isteklerde bulundular. Allahü teâlâ Musa aleyhisselamın duası üzerine, Tîh
Sahrasında susuz kalan İsrailoğullarına su ihsân etti. Allahü teâlânın emriyle
Musa aleyhisselam asâsını yere vurup, on iki tâne pınar fışkırıp İsrailoğulları
içtiler. Allahü teâlâ onlara “selva” denilen bıldırcın eti ve “men” denilen
kudret helvası ihsân etti. Nihâyet; “Biz bunları yemekten usandık, bakla, soğan
gibi hubûbat ve sebze isteriz” dediler.
Bu nîmetlere karşı nankörlük yapan İsrailoğulları, Musa aleyhisselamın Ken’an
diyârında bulunan Cebbâr (zâlim) kavimlerle harp etmeleri isteğini de kabul
etmediler. Musa aleyhisselama; “Sen ve Rabbin cebbârlara karşı gidip savaş
edin.” dediler. Musa aleyhisselamın akrabâlarından olan Karun, Musa
aleyhisselama karşı iftirâda bulunduğu için malları ve servetiyle yerin dibine
battı. İsrailoğulları böyle taşkınlıklar gösterdikleri için Allahü teâlâ onları
kırk sene müddetle Tîh Sahrâsında kalmakla cezâlandırdı. Kırk sene müddetle Tîh
Sahrâsında şaşkın ve perişan bir hâlde dolaşan İsrailoğulları, perişan hâlde
telef oldular.
Nihâyet aradan epey bir zaman geçip İsrailoğullarının çocukları itâatkâr ve
savaşacak bir tarzda yetiştiler. Bu sırada Harun aleyhisselam da vefat etti.
Musa aleyhisselam, İsrailoğullarını alıp, Lut Gölünün güney tarafına getirdi.
Buradan da hareket ederek Üç bin Unk adında zâlim bir kralın ordusu ile savaş
yapıp gâlip geldiler. Böylece Şeria Nehrinin doğusuna sâhip oldular. Eriha
şehrinin karşısındaki dağa çıktılar. Buradan Ken’an diyârı gözüküyordu. Bu
sırada yüz yirmi yaşında bulunan Musa aleyhisselam vefat etti.
Musa aleyhisselamın nerede vefat ettiği ve kabrinin nerede olduğu husûsunda
muhtelif rivâyetler vardır. Kudüs civârında veya Nebû Dağında olduğu bu
rivâyetlerdendir. Hazret-i Musa’nın şerîati (bildirdiği dîni) hazret-i İsa’nın
gönderilmesine kadar devâm etti. İkisi arasında gelen peygamberler hep Musa
aleyhisselamın şerîatı ile amel etmekle mükellef oldular. İsrailoğulları daha
sonra Tevrat’ı değiştirip hak dinden uzaklaşıp yetmiş bir fırkaya ayrıldılar.
Bunlara Yahudiler denilmiştir.
Musa aleyhisselamın mucizeleri:
1. Asâsının ejderhâ (büyük yılan) olması.
2. Yed-i Beydâ: Sağ elini koynuna sokup çıkarınca, güneş gibi parlaması. Bu nûru
gören düşmanları kaçışırlardı.
3. Kavmiyle Kızıldeniz’in kenarına gelince aasâsını vurup denizde yol açması.
4. Tîh Sahrâsında kavminin susuz kalıp, su istemeleri üzerine asâsını bir taşa
vurup Benî İsrail’in kabîleleri adedince, on iki pınar akıtması.
5. Firavun ve Kıbtî kavmi İsrailoğullarına zulüm ettiği ve Musa aleyhisselama
inanmayıp isyân ettiklerinde, Allahü teâlâ hazret-i Musa’ya tûfân mucizesini
vermiştir. Çok şiddetli yağmur yağdı. Öyle bir karanlık ve fırtına oldu ki,
kimse evinden dışarı çıkamadı. Ayın ve güneşin ışığı görünmez oldu. Kıbtîlerin
evlerini su bastı. Ayakta durur oldular. Su boğazlarına kadar yükseldi.
İsrailoğullarının evlerine ise bir damla su girmedi. Firavun ve Kıbtî kavmi, bu
belânın kaldırılmasını ve îmân edeceklerini söylediler. Kaldırıldı fakat yine
îmân etmediler ve başka belâlara dûçâr oldular.
6. Kıbtî kavminin ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin
tavanlarını yiyen çekirge sürülerinin istilâsına uğramaları mucizesi. Bu
çekirgeler İsrailoğullarına hiç dokunmayıp, Firavun’un kavmi Kıbtîlere musallat
olmuştur.
7. Kumnel yâni bit ve ekin böceği denen haşeratın Musa aleyhisselamın mucizesi
olarak Kıbtî kavmine musallat olması.
8. Kurbağa mucizesi. Kıbtî kavmi her belâya tutuldukça, belâ kaldırıldığında
îmân edeceklerini söylemelerine rağmen, sözlerinden vazgeçmeleri üzerine üst
üstüne belâya tutuldular. Kurbağaların istilâsına uğramaları da bu şiddetli
belâlardan biridir. Kurbağalar, yiyeceklerine, içeceklerine düşer, kalırdı. Bir
söz söylemek isteseler ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa ağızlarından
mîdelerine girerdi. Geceleri üzerlerinde toplanan kurbağaların seslerinden
uyuyamazlardı. Firavun, bu belâ kaldırıldığı taktirde, îmân edeceğini
söylemesine rağmen, belâ kalkınca yine îmân etmedi.
9. Kan belâsı. Mısır’da bulunan bütün sular, Kıbtîlerin kaplarına doldurulurken
kan hâlini alırdı. Böylece susuzluktan çâresiz kalmışlardı. İsrailoğullarına ise
böyle bir şey olmazdı.
10. İsrailoğullarından biri öldürüldüğü vakit kimin öldürdüğü bilinemeyince,
Musa aleyhisselamın duası ile dirilip, kendisini öldüreni haber vermiştir.
11. Musa aleyhisselam kavmiyle Tîh Çölüne geldiği zaman, kavminin yiyeceği
kalmadığı için, Musa aleyhisselama gelerek çoluk-çocuğumuzla açlığa
dayanamıyoruz, dediklerinde Musa aleyhisselam Allahü teâlâya dua etti. Kudret
helvâsı ve bıldırcın kebabı indi. Her ne zaman isteseler önlerinde hazır olurdu.
12. Hazret-i Musa’nın duası ile kuraklıktan kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar
ve meyveler eski hâlini almıştır.
13. Hazret-i Musa Tîh Sahrâsında bulunan İsrailoğullarının durumunu merak edince
bir kurt gelip onların hâllerini haber vermiştir.
14. Hazret-i Musa’nın duasıyla sarı dikenler altın olmuştur. Malı ve
zenginliğiyle gururlanıp isyân etmesinden dolayı malı ve mülkü ile birlikte yere
batırılan Kârun, bu mucize karşısında âciz kalıp, hased ederdi.
15. Yolculukta hazret-i Musa’ya uzun mesâfeler kısalır, kısa zamanda çok uzak
mesâfeleri katederdi.
Kur’ân-ı kerîm’de Musa aleyhisselamdan 136 yerde bahsedilmektedir. Hakkında çok
hadîs-i şerîf vardır. Yine Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerde Hızır
aleyhisselam ile yaptıkları seyâhat bildirilmektedir. Vahyi tebliğ için Cebrâil
aleyhisselam ona dört yüz kere gelmiştir.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyorlar ki:
“Kendimi, peygamberler arasında gördüm. Musa aleyhisselam ayakta namaz
kılıyordu. Esmerdi, saçları dağınık ve sarkık değildi. Zât kabilesinden bir
yiğit gibiydi.”
“... Sonra bizi altıncı semâya doğru yükseltti. Cibrîl (aleyhisselam) onun
kapısını çaldı. Kim o! denildi. Cibrîl’dir dedi. Yanındaki kimdir? denildi.
Muhammed’dir dedi. O’na “dâvet” gönderilmiş midir? denildi. Cibrîl O’na
“dâvet”gönderilmiştir dedi. Onun üzerine bize açıldı. Ben orada Musa (aleyhisselam)
ile karşılaştım. Bana merhabâ dedi ve hayır dua eyledi.”
Hz . Musa Aleyhisselam Duası : Hz.Musa’nın bir duası: Rabbişrahli sadri ve yessirli emri. Vahlul ukdeten min lisani yefkahu kavli” Meali: Ey rabbim. Göğsümü aç, genişlet. İşimi kolaylaştır. Dilimde bulunan düğümü çöz de, anlasınlar beni”(Taha:25-28)
Peygamberlerle ilgili ayetler.Hz.Musâ'nın (a.s) Hayâtı | İbrahim Soydan Erden